Ana içeriğe atla

Öykü: Berduş'un Hikâyesi (Bölüm 2)

           Aradan uzun bir zaman geçti. Üç ay, düzenli olarak kayıkhaneye gidiyordu Yabancı. Berduş'u arıyordu. Bulma ümidini yitirecekken, arkadan bir ses. 

Berduş: "Ah Yabancı! Hiç pes etmeden, üç ay beni aradın demek!"  (Gülümseyerek)

Yabancı: "Berduş, sonunda! Nerelerdesin?"

Berduş: "Neden aradın beni bu kadar? Gel bir çay içelim, konuşalım." (Kayıkhanede oturdular.)

Yabancı: "Söylediklerin kafamı karıştırdı. Konuşmak istiyorum seninle."

Berduş: "Sadece o değil, eksik söylediğin bir şeyler var. Merak güdüsü, seni buraya kadar getiren. Hikâyemi öğrenmek istiyorsun. Akşam Sıraselviler'de bulaşalım. Bugün olmaz yarın."

Yabancı: "Olur." dedi ve kalktı.

Yarın oldu, Sıraselviler'de buluştular, Cihangir'e doğru yürüdüler. Bodrum katında bir sahafa geldiler. Etraf karanlıktı, Berduş, gaz lambasını çıkardı. İskemleleri çektiler.

Berduş: "Kahve demledim, içer misin Yabancı?"

Yabancı: "İyi, olur." dedi.

Berduş: "Söyle, ne anlatmamı istiyorsun? Beni aratan şey nedir?"

Yabancı: "O söylediklerin. Her gece düşünüyorum, düşünmekten işime devam edemedim. İşten ayrıldım. Aslında, patron çıkardı. Biliyor musun, hiç canım sıkılmadı bile bu duruma. Senin söylediklerini düşünmekten kendimi alamadım. Bazı zamanlar dedim ki içimden; serserinin biridir bu, belki sarhoş neyini dinledim bunun diye. İçimdeki sese engel olamadım. Sen kimsin, anlat. Yardım et bana."

Berduş:" Otuz sene evvel başladı yolculuğum. Kitapçı bir adam, buranın eski sahibi olur; bana yol gösterdi. Şimdi, yaşım yetmiş. Yıllar, pek hızlı geçti evlat." (İç çekti)

(Berduş, hikâyesini anlatmaya başlar.)

Berduş: "Bir adım vardı, yalım, evlerim, kariyerim, ailem... Sayılı zenginlerden Hâlit Beyzade'nin oğlu Tekin Beyzade'ydim. Çocukluğum yalımızda geçti. Yurt dışında iktisat ve halkla ilişkiler bölümlerini bitirdim. Halkla ilişkiler bölüm birincisiydim. Baba parası yiyen bir genç değildim, gençlik heveslerine esir düşmedim. Bir o kadar da hırslıydım ayrı zamanda. Birincilikle bitirdim okulu yüksek lisansa başladım. Bitince Istanbul'a döndüm. Dört dil biliyordum. Artık Beyzade Holding'in başına geçecektim. Babam benden hep daha ümitliydi, bir ağabeyim vardı o genelde savsaklardı işi. İş bulma gayesinde olmadım hiç. Zirvede olmak istiyordum. 30 yaşında, çok güzel bir kadınla evlendim. Ah, Manolya!.. Evlenmemin en büyük sebebi,  prestij açısından güvenilir bir adam olmaktı. Eşim de iyi tahsilliydi. Fakat, kendisini daha çok dış görünüş, para ve güç ile ifade eden bir kadındı. Öylesine güzeldi ki.. Karamelden sarıya çalan dalgalı saçları vardı. Gözleri küçük ancak göz bebekleri kocaman, kehribar rengiydi. Kocaman bakardı insana, gülüşü de kocamandı. Ben güzel bir kadınla evlenmiştim, o ise zengin, güçlü ve yakışıklı bir adamla. Evliliğimiz anlamdan uzaktı. İnsanların çoğu evlenmiş olmak için evlenir maalesef ki. Benden beş yaş gençti. Aşk, ihtiras dolu romanları okurdu genellikle.  Evliliğimizin ilk yılı neşeyle geçti. Diğer yıllar, sürekli davetlerde boy gösterirdi. Uzun bir süre çocuğumuzun olmasını bekledik. Evliliğimizin beşinci yılında bir çocuğumuz oldu ve bir aylıkken vefat etti. Anne olmayı gerçekten istemişmiydi, bunun cevabını asla bilemem. İkimizinde evliliğin asıl anlamı olan sadakat,güven, özveri, fedakarlık gibi değerlerden uzaktık. Ben de onunla yeteri kadar ilgilenmiyordum. O da on yıl evli kaldığımız sürece, eve geç gelirdi neredeyse hiç muhabbet bile etmezdim. Bazen tartışırdık. Yıllar geçti böyle. 40 yaşına girdiğim gün, tüm hayatım alt üst oldu. İflas ettim. Hiçbir şey kalmadı elimde. Eşimi beğenen biri vardı, davette görmüş söylediğine göre. Tek celsede boşandık. Birkaç günün ardından, o adamla evlendiler. Nasıl öfkelenmiştim. Şimdi bakıyorum da, buna hakkım var mıydı? Neden evlendiğimiz belliydi, sonucu elbet bu olacaktı. Yıllarca şirketimiz için çalışan babam, iflas haberinden sonra kalp krizi geçirdi. O gün kaybettik. Annem bu olaylara dayanamayarak, babamdan bir ay sonra vefat etti. Ağabeyim ortalarda yoktu. Nasıl çabaladım bir şeyleri düzeltebilmek için; gitmediğim şirket, görüşmediğim insan kalmadı. Öyle bir düştüm ki! Yüksekten düşüşte insan yere çakılır, diğer düşmelere benzemez."

Yabancı: "Her şey üst üste mi oldu?"

Berduş, anlatmaya devam etti.

"Evet. Dostlarıma gittim, anladım ki o gün, hiç dostum yokmuş. Statümle, gücümle dosttular. Yüzüme gülüp, arkamdan acıyanlar; kimisinin yüzünde zafer kahkahası, kimisi için değersiz bir adamdım artık. Delirecektim sanki, kötü bir kabustu ve ben uyanacaktım. Ağabeyimle şirketin muhasebecisinin arasında danışıklı dövüşmüş her şey. Ağabeyim şirketin paralarını alıp kaçmıştı yurt dışına. Adı da değişti şirketin sonrasında. Başkalarını suçluyordum, herkese öfkeliydim. Beni bu hale getiren onlardı. Oysa suçlamak, insanı bir yerden bir yere götüremez. İnsanı asıl mahveden egosudur aslında. Kibrim, beni yiyordu içimde. Çaresizlikle, hayatıma son vermeye karar verdim. Gece, denizde kayalıklarda oturuyordum. Sekiz ay geçmişti, iflasın üstünden. Benim dediğim her şey, yok olup gitmişti. Bir adam geldi yanıma, beni vazgeçirdi intihardan. Attığı tokatla kendime geldim. Çok üşüyordum. Beni bu sahafa getirdi, Kitapçı adam. Aramızda bir diyalog geçti.

(Berduş, o günü hatırlar)

Kitapçı Adam: "Tekin Beyzade, senin gibi adamı böyle görmek vardı? Nedir derdin?  Canından daha kıymetli olan, derdin nedir?"

Tekin Beyzade (Berduş): "Soruyor musun bir de, İflas ettim. Oyun oynadılar bana. Karım terk etti. Başkasıyla evlendi. Annem öldü, babam öldü. Ağabeyim beni dolandırdı. Kimse iş vermedi. Dostlarım, ellerini bile uzatmadılar. Yıllar önce çocuğumu kaybettim. Öfkeliyim onlara, çok. Kederliyim de. Ben ne yaptım onlara? (Ağlayarak, sert bir sesle) Güçsüz bir adamım artık. Yarın tekrar deneyeceğim!"

Kitapçı Adam: "Senin öfken onlara değil, kendine. Kimliğini kaybettin. Gücünü, işini, mevkini. Kendine duyduğun saygıyı kaybettin. Onlara öfkelenmeden önce sordun mu hiç, kendine saygını neden bunlara bağladım diye? Egon acıyor, öfken dışa yansıyan ancak her öfkenin özü kişinin kendisinedir. Kendisine! Eğer hâlâ hayatına son vermek istiyorsan. Sana verilen günlerin kıymetini anlamamış olmanın ızdırabını duy! Tutmayacağım, seni. Git!"

Tekin Beyzade (Berduş): (Derin bir sessizliğin ardından bağırmaya başladı.)

"Sen ne anlarsın!? Bana böyle süslü sözler söyleme. Kaybetmenin acısını bilemezsin!" Kapıyı çarptım ve çıktım.

Sabah, tekrar girdim içeri. 

"Haklıydın kitapçı, haklıydın. Söyle bana, ben şimdi ne yapacağım? Nasıl yaşayacağım?"

Kitapçı Adam: "Bunun cevabı sende gizli. Sen bulacaksın, ancak ben bir yolculuğa çıkaracağım seni. Artık adı olmayan bir adamsın. Burada, bu sahafta yaşayacaksın. Hazır mısın?"

Tekin Beyzade(Berduş): "Hazırım, başka seçeneğim yok ki."

Her şey böyle başladı. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Betonlara rağmen açmış bir çiçeğim

Betonlara rağmen açmış çiçeğim, Üstümü kaldırım taşlarıyla kaplamalarına rağmen, İnsanların görmediği, genellikle üstüne basıp geçildiği, Yerde açan küçük sarı çiçeğim. Kar, kış, soğuk ve hiçbir engel, Engelleyemedi, benim açmamı. Koparılmama rağmen yerimden, Benim varoluşumdur açmak! Fuşya begonvilleri, rengârenk gülleri, Zarif papatyaları, güneş çiçeklerini, Sevmek kolaydır.  Güzelliği, estetik duygularımızı kuşatır. Göremez herkes beni, Zaten insanlar yürürken bakmaz yere, Ben görülmeyi de istemem, Beni bakabilen görsün! Küçücük, görünmez bir zerreyim, Mücadelem kendimden büyük, Ben betonda açan çiçeğim, Kentin, kuşatmasına rağmen doğayı, Kente karşı direnen, Varoluşundan vazgeçmeyen küçük sarı çiçeğim. Anlamasın herkes beni, Çünkü derinliğin gereğidir biraz, Herkes tarafından anlaşılmak, Kolaydır, basittir. Ben betonlarda açmış, Betona rağmen, hâlâ, Vazgeçmemiş çiçek olmaktan! Yaradılışımın gereğini yerine getirmektir, Benim varoluşum! Soğuğa, koparılmaya, çiğnenmeye; Betona, üstün

En Büyük Devrim, Kendini Devirmektir!

      Dünyaya geliyorsun, emekliyorsun. Oyunlar oynuyorsun, düşüyorsun kalkıyorsun. Çocuk oluyorsun, toplumla tanışmaya başlıyorsun. Büyüdükçe kendine yabancı olmayı öğreniyorsun. Toplumdan onay almak için davranışlarını, isteklerini oluşturuyorsun. Daha küçücük bir çocukken üstelik... Üniversiteyi kazanıyorsun sonra gelir mi ardından bir mezuniyet. Bir sürü bilgi doluyor zihnine ama hiçbiri sana seni öğretmiyor. Kendinin hakkında hiçbir fikir sahibi olamadan eline bir kağıt parçasını tutuşturuyorlar. Sonra kariyer sahibi oluyorsun. Şayet olursa bir de evlilik ve çocuk geliyor peşinden. Ömrünün sonuna geldiğinde insan dönüp bakıyor, bir ömür bir yabancıyla yaşamış. Öğrendiği bilgiler boş, Okuduğu kitaplar boş. Kimisi kendinden kaçmak için sloganlara sığınmış; kimisi ise koskoca bir ömrü olmak yerine nasıl görünürüm üzerine geçirmiş. Nefes alıp vermek, ölmemek midir yaşamak?        Davranışların arkasında takdir edilmek, onaylanmak ve sevilme arzuları yatar. Koskoca bir ömrü başkaların

Dünya'dan İnsana Mektup

         Yaşamak nedir? Diri olmak nedir? Ölmek nedir? Arzularını gerçekleştirmek için çabalamak mıdır yaşamak? Varlığının anlamlandıran mıdır yaşayan? Her gün öleceğini bilerek yaşayan mı diridir? Ölmeyecekmiş gibi yaşayan mı? Sen neredesin? Hiçlik içinde yokluk musun? Sen nesin? Sen kimsin? Var mısın? Yok musun? Gerçek misin? Kurgu musun? Sen kimsin? Yaşayan kim? Ölen kim? Hırslarına, ihtiraslarına, kibrine, konforuna ruhunu erittiren sen değil de ben miyim? Buraya bunun için mi geldin? Hissetmeyen, düşünmeyen bir insan mı diridir? Istırap çekmekten korkmayan bir zihin mi?         Adalete boyun eğdiren, zulüm eden sen değil misin? Hatalarını kapatmak için gerçeklere duvar ören sen değil misin? Hatalarını düzeltip, kendinle yüzleşebilecek olan kim? Esareti hakim kılan sen değil misin? Özgür müsün? Esir misin? Kimdir esir?         Cehaletine kılıf uyduran, hakikatin önünde sis bulutu sen değil misin? Doğruyu bulabilen, cehaletiyle kendine rağmen yüzleşen sen misin? Kişiliğinin esiri o