Ana içeriğe atla

Öykü:Çocuk Aklı

     


   Haziranın ortalarındaydı. Güneş, kasabayı selamlıyordu. Gün aymıştı. Erkenden kalkmıştım, annem, babam ve kardeşlerim uyanmamıştı. Masaya oturdum ve sabahı resmettim. Herkesten önce kalkardım. Ah ne yazık! İnsanlar günün en güzel saatlerini uyuyarak kaçırmaktalar. Güneş, karşımızdaki ağacın yapraklarının tüm detaylarını gözlerimin önüne seriyordu. Her şey sarıya boyanıyordu, sabahları. Pastel boyalarım yetersiz kalıyor, gördüklerimin yanında. Resim defterime her günün hâllerini çiziyorum. Bir de duyduklarımı aktarabilsem keşke.. Annemin sesi ile irkildim, kahvaltıya çağırıyordu. Hevesle çizdiğim resmi de götürdüm sofraya. 

-Anne, baba bakın, sabahı çizdim.

+Hmm, iyi. Sen de diğer arkadaşların gibi futbol oynasana, resim çizip çizip duruyorsun. dedi babam.

Annem: "Sabah sabah ona mı bakacağım şimdi? Hadi otur kahvaltını yap."

Bu sabah da umursanmamıştım. Tıpkı diğer sabahlar gibi. Ablam ve ağabeyim de beni hiç umursamazdı. Ah ne zordu küçük olmak. Babam, ağabeyimi daha çok severdi, hep onun daha erkek adam olduğunu söylerdi. Ağabeyim dövüşte ve futbolda çok iyiydi. Ablam ise arkadaşlarıyla olmadığı zaman boyanır, süslerdi kendini. Moda, makyaj, popüler müzik, magazin ile ilgilenirdi. Annem ev işleri yapar, arkadaşlarıyla birileri hakkında konuşur diğer zamanlarında da ablamla magazin programı izlerdi, akşamları da dizilere hipnoz olurdu adeta.

Ben, bu beş kişilik ailede kendimi daima yapayalnız hissederdim. Bahçemizdeki kedilerle ve uğur böcekleriyle kurduğum bağı ailemle kuramıyordum. 

Kapı çaldı, Selda Teyzeler geldi. 

Selda Teyze: "Ay selam şekerim."

Annem: "Selam canım, hoşgeldiniz."

Oturdular, sohbet ediyorlardı. 

Selda Teyze: "Ayol, bu Müjgân'ın giydiği neydi öyle, pejmürdelik moda mı oldu? 

Gülüştüler. O sırada ben;

"Selda Teyze, geçen hafta Müjgân Teyze bizdeyken, onu çok sevdiğini, beğendiğini söylemiştin ama.."

Annem kızarak;

"Sen oradan çocuk aklınla her işe karışma! diyerek terliğini fırlattı.

Selda Teyze: "Ay bu çocuk da bir tuhaf canım, git yaşıtların gibi futbol oyna."

Annem: "Çocuk aklıyla her şeye karışıyor; bir de bir şey anlıyormuş gibi! Hep babam kafasına giriyor ya! Onun gibi bir tuhaf!"

"Büyük babamı anlamıyorsunuz!!! Onu hepinizden çok seviyorum, hemde çok!!!" diye bağırarak çıktım. Ağlayarak büyükbabamın yanına gittim. Dedem, kasabanın uzağında, tepedeki evde yalnız yaşardı. Neredeyse kimseyle konuşmazdı, elbette benim dışımda. Bu dünyada aynı dili konuştuğum tek insandı. Hatalarını itiraf etmekten çekinmezdi. Herkes onu uyumsuz, huysuz görürdü. Oysa o gerçekti, ne düşünüyorsa onu söylerdi. İnsanların kendilerinden bile bile gizlediklerini yüzlerine vururdu. Bu yüzden yalnızlıkla cezalandırılırdı. Dedemin yanına gelmiştim, koşarak ona sarıldım.

"Güneş'im, torunum hoşgeldin! Nerede kaldın seni bekliyordum. Sil bakalım gözyaşlarını. Yine annenle mi tartıştın?

"Evet, beni sevmiyorlar büyükbaba. Ben o evde bir fazlalığım!"

"Öyle deme evlât, ailen onlar senin. Elbette çok seviyorlar. Sadece bunu nasıl ifade edeceklerini bilmiyorlar. Hadi otur, kurabiyeler aldım sana sütünü de ısıtayım beraber yiyelim olur mu?"

"Olur, büyükbaba." dedim. Salonda anneannemin fotoğrafı vardı. Büyükbabam gelince sordum: "Büyükbaba, anneanneme ne oldu? Anneme ne zaman sorsam sen anlamazsın deyip ağlıyor, nerede büyükannem?"

Derin bir iç çektikten sonra:

"Bak evlât, hayat yolunda anneannenle beraber yürüdük. Bu yol yani hayat yolunda taşlar vardır. Kimisi büyüktür düşersin ve kalkmakta zorlanırsan. Kimisine ayağınla öte tarafa itersin. Biri düşünce diğeri onu kaldırır, bu böyledir. Sonra birinin ayakkabısının içine taş kaçar ve artık orada yollar ayrılır. Bir gün herkesin ayağına taş kaçacaktır."

"Anneannemi beklemedin mi yani, ayakkabısındaki taşı çıkarmasını?"

"Hayır evlât, yoluma devam ettim. Hayat yolunda durmak yok evlât, yol bitene dek..." 

Gözlerinden yaşlar boşalmıştı. Gözlerini gizliyordu benden. 

"Senin ayağına taş kaçarsa, ben çıkaracağım büyükbaba." dedim ve sarıldı bana ağlayarak.

"Neyse evlât, anlat bakalım. Neler oluyor, canını sıkan nedir?"

"Büyükbaba, ben büyükleri hiç anlamıyorum. Onları dinliyorum ama anlamıyorum. Herkese farklı konuşuyorlar. Yüzlerine başka arkalarından başka. Büyümek böyle bir şey mi? Annemin arkadaşı Selda Teyze, Müjgân Teyze yanlarındayken onu hep beğendiğini söylüyor. O yokken kötü sözler söylüyor. Anlamıyorum soruyorum, bana kızıyorlar. Büyüyünce herkesin yüzüne farklı mı konuşulur? Hangisi doğru büyükbaba?

"Evlât, toplumumuzda duyguları gizlemek bir alışkanlık. Kimileri öfkelerini kusamadığından konuşur kimisi ise kıskandığından. Duygularını tanımak ve nedenlerini bilmek önemlidir. Soracaksın kendine, neden diye. Öfke kötü bir duygu değildir. Nedeniyle yüzleşemediğin her zaman senden çıkacaktır. Bir şekilde onu akıtmak gerekir. Söyle şimdi seni burada rahatsız eden nedir?"

"Ben anlamadım, sordum neden böyle dediğini. Annem bana çocuk aklımla ne anlarım diye bağırdı. Küçük düştüğümü hissettim. Annem bağırıyorsa yanlış bir şey mi yaptım. Yanlış bir şey yapılırsa bağırılır çocuğa. Ama ben anlamak istedim sadece."

"Bir şeyi fark etmiş ve dile getirmişsin. İnsanlar otomatik yaşıyorlar. Hiçbir hareketlerini düşünmeden, ezbere. Tıpkı senin müsamerede okuduğun şiiri ezberlediğin gibi. Zamanla bunu anlayacaksın. Bu yüzden duygularını çok iyi tanı. Hep sor kendine, neden bunu hissediyorum diye."

"Büyükbaba, sadece bu değil. Bahar mevsimi geldiğinden beri güneşin doğuşunu resmediyorum. Kimse yaptıklarıma değer vermiyor. Umursamıyorlar, çizdiğim resimlerin onlar için bir değeri yok. Okulda dayak yiyorum, bana arkadaşlarım erkek olarak neden küfür etmediğimi soruyorlar. Onlara da uyum sağlayamıyorum. Kavga olunca daima dayak yiyorum."

"Sen ne yapıyorsun peki dayak yiyince?"

"Ne yapacağım, ağlıyorum."

"Resim defterini getirdin mi peki?" Bakmak istiyorum resimlerine." Resim defterimi verdim, büyükbabam sordu:

"Bu resimleri yaparken ne hissettin Güneş?"

"Odamın karşısındaki ağaca sabahları çok güzel güneş vuruyor. Yapraklar saydam yeşil görünüyor. Kırmızı uğur böcekleri üstünde yürüyor. Küçük kuşlar da her sabah ve öğle saatinde ötüşüyorlar. Onlara dokunduğumda beni duyduklarını hissediyorum. Canlı olduklarını. Benim en iyi arkadaşlarım onlar."

"Yani en iyi arkadaşlarını resmettin. Çok güzel olmuş, ne güzel düşüncelerle yapmışsın."

"Artık resim yapmayacağım, bıktım artık. Artık diğer çocuklar gibi kavga etmek, futbol oynamak istiyorum. Erkek adam olacağım!" derken ağlıyordum. Büyükbabam bana:

"Seni bu güzel resimleri yaptırmaktan vazgeçiren sebep nedir?" diye sormuştu. Duraksadım ve dedim ki:

"Ben de sevilmek istiyorum, hem böyle olursam ailem beni sevecek, kabul edecekler beni. Ağabeyim kavga ettiğinde babam ona aferin diyor. Bir erkek gibi savunuyormuş kendisini. Bana tuhaf diyorlar, kabul etmiyorlar varlığımı. Okulda arkadaşlarım beni aralarına kabul etmiyor, küfür etmiyorum, futbol oynamıyorum onlarla ortak bir bağ kuramıyorum. Kızlar da konuşacak konu bulamıyorum. Kimse beni sevmiyor, dünyada hiçbir yere sığdıramıyorum kendimi..." Bir anlık sessizlikten sonra büyükbabam:

"Sana son derece açık olacağım Güneş, beni iyi dinle. Artık sekiz yaşındasın büyüdün. Büyüdükçe toplumun bir parçası olacaksın, kuralları öğreneceksin. Yol yordam bileceksin. Ama sınırlanacaksın bir yerde. Yanı sıra kadınlar ve erkekler içinde ayrı kurallar vardır. Hayatları boyunca bu kalıplara sıkışmışlıklarını göremeyecek olmaları üzücüdür, ancak kimse bilmez. Sen, hassas kalbinle bu topluma uyum sağlayamıyorsun. Sen kendinden başka canlıları yaşın küçük olmasına rağmen hissediyorsun. Soruyorsun. Bunu fark edebilen kaç büyük var ki dünyada?  Çevrendeki insanları bunun için suçlayamazsın çünkü onlar da bilmiyorlar. Başka türlü de olabileceğini düşünmüyorlar. Ben de ayak uyduramadım. Fark ettiğim gerçeklikleri yüzlerine söylüyordum. Ancak kendisiyle hiç tanışmamış insanlara bunu söylemek ne kadar doğruydu bilemiyorum şimdi. Sekiz yaşındasın, başka canlıları hissedebilen bir kalp taşıyorsun. Kabul etmeden önce soruyorsun. Bu cevhere toplum sahip olmadığı için seni kabul edemeyecekler. Onlar da bilmiyorlar ki. Kendilerine yabancı insanlar, kendilerinden kaçmak için toplumun her dediğine uyarlar. Ya kendine yabancı ancak kalabalık bir çevrede kabul gören biri olursun çünkü herkes seni onaylar sana ait bir şey kalmaz. Diğer  seçenek de kendiyle dost ve daha az bir kalabalık. Toplumsal kurallar her zaman kötü de değildir, ancak kabul etmeden önce sor ve öyle kabul et. Başkalarını da incitmeden. Annen ve baban bilmedikleri için seni kabul edemiyorlar evlât. Tekrar ediyorum onları suçlama. Ben seni anlıyorum ve senin tüm benliğini seviyor ve kabul ediyorum. Saf, katıksız olan bu hâlini koru. Sen kendini önce kabul et." Büyükbabamın bu sözleri zihnime çiviyle çakılmıştı sanki. Sordum ona:

"Peki nasıl kabul edeceğim kendimi, nasıl seveceğim?"

"Kendine karşı dürüst olarak. Kendini korumadan. Hatalarınla yüzleşecek bir yüreğin olmalı. Bir hata yaptığında sor bunu kendine. İnsan olmak bir yerde hata yapmaktır. O zaman hatalarını düzeltip, gelişirsin. İkinci hususta, herkes dünyaya farklı bir gözle bakar. Hiç kimse aynı gözle bakamaz yoksa herkes aynı olur öyle değil mi? Herkes seni kabul edecek diye bir şey yok. Ve yoluna devam et. Sen kendini kabul edersen, elbette seni fark eden insanlar da çıkacaktır. Seni kabul eden."

Büyükbabamın sözleri içimi ferahlatmıştı. O kadar dikkatle dinlemiştim ki, her sözü ezberlemiştim. Bu muhabbetin sonunda bir sessizlik oldu. Günlük dozumu almıştım. Aslında annem ve babam beni sevmiyor değildi sadece onlar benim gibi bakmıyorlardı dünyaya. Büyükbabam bana içerden kahverengi sert kapaklı bir defter ve mürekkepli kalem hediye etti. Düşündüklerimi yazmam için. Artık hava kararmak üzereydi, evin yolunu tuttum. Etrafa bakarak evin yolunu tuttum. Gökyüzü kızıldı, güneş batıyordu. Aklımda tek bir şey vardı. Bir ışık belirmişti zihnimde. Anneme ve babama dünyaya baktığım pencereye getirecektim. Onlar bilmiyorlarsa ben anlatacaktım. Bir de aklımı kemiren diğer soru vardı. Büyüyünce nasıl biri olacaktım? Kim bilir...




Yorumlar

  1. elinize sağlık, çok güzel ve çok doğru tespitler, insanlar hataları ile yüzleşebilmeli,

    YanıtlaSil
  2. Elinize sağlık, çok güzel bir yazı olmuş :)

    YanıtlaSil
  3. Bir çırpıda okuyuverdim. Bugünkü ruhsal ya da kişisel sıkıntılarımızın pek çoğunun asıl kaynağı aslında çocukken büyüklerimiz tarafından bize açılmış yaralardır.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çocukluk aslında küçük insan olmaktır. Çok önemli bir dönem bu yüzden,büyüyünce nasıl bir insan olacağımızı belirliyor. Yorumunuz için teşekkürler.

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Betonlara rağmen açmış bir çiçeğim

Betonlara rağmen açmış çiçeğim, Üstümü kaldırım taşlarıyla kaplamalarına rağmen, İnsanların görmediği, genellikle üstüne basıp geçildiği, Yerde açan küçük sarı çiçeğim. Kar, kış, soğuk ve hiçbir engel, Engelleyemedi, benim açmamı. Koparılmama rağmen yerimden, Benim varoluşumdur açmak! Fuşya begonvilleri, rengârenk gülleri, Zarif papatyaları, güneş çiçeklerini, Sevmek kolaydır.  Güzelliği, estetik duygularımızı kuşatır. Göremez herkes beni, Zaten insanlar yürürken bakmaz yere, Ben görülmeyi de istemem, Beni bakabilen görsün! Küçücük, görünmez bir zerreyim, Mücadelem kendimden büyük, Ben betonda açan çiçeğim, Kentin, kuşatmasına rağmen doğayı, Kente karşı direnen, Varoluşundan vazgeçmeyen küçük sarı çiçeğim. Anlamasın herkes beni, Çünkü derinliğin gereğidir biraz, Herkes tarafından anlaşılmak, Kolaydır, basittir. Ben betonlarda açmış, Betona rağmen, hâlâ, Vazgeçmemiş çiçek olmaktan! Yaradılışımın gereğini yerine getirmektir, Benim varoluşum! Soğuğa, koparılmaya, çiğnenmeye; Betona, üstün

En Büyük Devrim, Kendini Devirmektir!

      Dünyaya geliyorsun, emekliyorsun. Oyunlar oynuyorsun, düşüyorsun kalkıyorsun. Çocuk oluyorsun, toplumla tanışmaya başlıyorsun. Büyüdükçe kendine yabancı olmayı öğreniyorsun. Toplumdan onay almak için davranışlarını, isteklerini oluşturuyorsun. Daha küçücük bir çocukken üstelik... Üniversiteyi kazanıyorsun sonra gelir mi ardından bir mezuniyet. Bir sürü bilgi doluyor zihnine ama hiçbiri sana seni öğretmiyor. Kendinin hakkında hiçbir fikir sahibi olamadan eline bir kağıt parçasını tutuşturuyorlar. Sonra kariyer sahibi oluyorsun. Şayet olursa bir de evlilik ve çocuk geliyor peşinden. Ömrünün sonuna geldiğinde insan dönüp bakıyor, bir ömür bir yabancıyla yaşamış. Öğrendiği bilgiler boş, Okuduğu kitaplar boş. Kimisi kendinden kaçmak için sloganlara sığınmış; kimisi ise koskoca bir ömrü olmak yerine nasıl görünürüm üzerine geçirmiş. Nefes alıp vermek, ölmemek midir yaşamak?        Davranışların arkasında takdir edilmek, onaylanmak ve sevilme arzuları yatar. Koskoca bir ömrü başkaların

Dünya'dan İnsana Mektup

         Yaşamak nedir? Diri olmak nedir? Ölmek nedir? Arzularını gerçekleştirmek için çabalamak mıdır yaşamak? Varlığının anlamlandıran mıdır yaşayan? Her gün öleceğini bilerek yaşayan mı diridir? Ölmeyecekmiş gibi yaşayan mı? Sen neredesin? Hiçlik içinde yokluk musun? Sen nesin? Sen kimsin? Var mısın? Yok musun? Gerçek misin? Kurgu musun? Sen kimsin? Yaşayan kim? Ölen kim? Hırslarına, ihtiraslarına, kibrine, konforuna ruhunu erittiren sen değil de ben miyim? Buraya bunun için mi geldin? Hissetmeyen, düşünmeyen bir insan mı diridir? Istırap çekmekten korkmayan bir zihin mi?         Adalete boyun eğdiren, zulüm eden sen değil misin? Hatalarını kapatmak için gerçeklere duvar ören sen değil misin? Hatalarını düzeltip, kendinle yüzleşebilecek olan kim? Esareti hakim kılan sen değil misin? Özgür müsün? Esir misin? Kimdir esir?         Cehaletine kılıf uyduran, hakikatin önünde sis bulutu sen değil misin? Doğruyu bulabilen, cehaletiyle kendine rağmen yüzleşen sen misin? Kişiliğinin esiri o