Ana içeriğe atla

BEN BEN BEN!

       




Geçenlerde düşünüyordum, bir insanın gerçekliğini ortaya ne çıkartabilir diye. Şöyle dönüp kendimize baktığımızda, çoklukların içine sıkıştığımızı görebilmek mümkün. Ne kadar çok "şey"e sahipsek o kadar varız. Sahip olduklarımız olmadan varolamadığımızdan onlarla beraber var oluyoruz. Bir insanın kişiliğini de yokluktan ziyade çokluk ortaya çıkarıyor. İçinde kalmışlıkları, zayıflıklarını, aşağılık duygusunu, acılarını, değersizliğini, güvensizliğini, kabul görmemişliğini, onay arayışını, sevgisizliğini sahip olduğu çokluklar içerisinde gösteriyor kendisini. Her kavram zıttıyla beraberdir bu bağlamda çoklukta biraz yokluktur.  Çokluk bu sebeple bir perdedir. Gerçekliği gizleyen bir perde. İnsanın kendisine bakmasını engelleyen kocaman bir engel. 

Yeryüzünde büyüklenenler, karakteri en zayıf kişilerdir. Hepimizin içinde küçücük bir çocuk var. Büyüklenenlerin içindeki çocuk aşağılık, değersiz, sevgisiz ve öfkeli. Alacaklı bu dünyadan, yaşanmamış çocukluğu, sevgi görmeyen ruhu, okşanmayan başının acısı, başkalarına misliyle sunulan sevgi, değer gibi kavramlar ona hiç sunulmamıştır. Sevilmenin ne demek olduğunu bilmiyor, sevmenin ne demek olduğunu bilmiyor, empatiyi bilmiyor çünkü içinde yaşayamadıklarının derin bir öfkesi var. Derin öfke, derin acılar. Çok derinlerde bir öfke, geçmişin telafisi mümkün mü? Sevilmemenin, onaylanmamanın acısı, parmak uçlarına kadar işlemiştir. Yetişkin olduğunda kendine duyduğu derin hayranlıktan tanırız onları. Çok öz güvenli, çok başarılı, kendisine değer veren biri olarak gözüktükleri noktada o sevilmeyen benliklerini onarma çabasını görürüz bakmasını bilirsek. Çok iyi olursa, çok başarılı olursa hayranlık duyulur ve o hayranlık onun ruhunun gıdası oluverir. İnsanların gözünde mükemmel bir profil çizmek uğruna yapamayacakları bir şey yoktur. Oysa iç dünyaları enkaz altındadır. O enkazdan bakarlar dünya denilen yere. Ve gördükleri de enkaz altındadır. Zayıflığa tahammül edemezler ve onu ezme arzusuyla doludurlar. Herkesin ruhunu besleyen etkenler vardır. Kibirliler için hükmetme arzusudur. Aşağılık bir kişilikle yaşamak kolay mı sandınız? Başka nasıl tahammül edebilir ki insan. Dünyaya gözlerini açtığı an gerçek anlamda değer görmemişliğin öfkesini anlayabilir misiniz? Kibir işte biraz da böyledir. Her parlatışta kendini, görün beni çığlığı vardır. Görün artık, ben mükemmelim! Ben sevilebilirim! Görün beni siz beni görmezseniz ben sevileceğime inanmam! diye çığlık atar eylemlerinde.

Seyyar satıcılar, overlokçular bağırırlar ürünlerini satabilmek için. Sattıkları ürün ucuzdur bu yüzden ses çıkar. Kuyumcular sessizdir. Elmasların, pırlantaların, altınların görülmeye ihtiyacı yoktur onlar zaten değerlidir. Bu sebeple sessizdirler. 

Lüks, şatafatların arkasındaki motivasyon da budur beğenilmek, gıpta edilen biri olmak. 

Kimi için şan ve şöhret, kimi için bilgi, kimi içinse makam ve mevkidir. Tüm bunlar olmadığında o çığlıkla baş başa kalacaktır. Bir insanın içinde çığlıkla yaşaması ne acınasıdır. Avazı çıktığı kadar bağıran bir ses, "sen değersizsin, bu hayat sana sevgiyi sunmadı, sen sevilmedin, başkalarına sunulan sevgi sana çok görüldü, çok değersizsin" bu sesle yaşarlar, büyüklenmeleri o sesi bastırabilmek içindir. Yaşamak için susturur içindeki sesi. Zulmederek, hile yaparak, aldatarak kimsenin görmediği yerlerde başkalarından beslenerek. Yaşamak işte biraz böyledir. Her insanın içinde bir hikaye vardır, hepimizin içinde başka bir hikâye. 


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İnsan Ne Zaman Olgunlaşır?

        T oplum nezdinde sıkça kullanılan bir kavram vardır: Olgunluk. 20'leri bitirip 30'a geçince insanlarca öyle tanımlanırsınız. "40 yaşına gelmiş hâlâ nasıl davranıyor?" dediğimiz nice insanlar vardır. Olgunluğu yaşa ve yaşanmışlıklara atfederiz. Oysa ki durum çok farklıdır. İnsan, 20'lerinde de olgunlaşabilir, 40'larında ergen düzeyde kalabilir. Hatta hayatı boyunca hiç olgunlaşamayabilir de. Nerede büyümeye başlar insan? Zihinsel olgunlaşma insana ne katar? Neleri götürür? Dünyayı yeni deneyimlemeye başladığımız dönemde yani çocukluk döneminde her şey çok saftır. İsteklerimizin gerçekleşeceğini düşünür, olayların perde arkalarını gözlemleyemeyiz. Gençlikte ise sadece "bugün" vardır. O anı güzel geçirmek, eğlenmek, haz almak... Çok kez de duygusal olarak değerlendiririz hayatı. Zorlukları görmeden ve deneyimlere kucak açmadan olgunlaşmak mümkün değildir. Nasıl olgunlaşacağınızın tarifini bulamazsınız kitaplarda. Deneyim ve deneyimleri yorumlama...

Her Yaşın Acemisiyim

                  Dünya büyüktür benden, her yaşın acemisiyim. Küçücüktür dünya ben her yaşın acemisiyim. İnsanın elinde, sahip olduğu yegâne şey yaşamdır. İçine doğduğum aile tanımladı beni, içine doğduğum ülkenin insanıyım ben. Sıkışmışlık arasında. Kök salacakken hayata, kök salacak toprağımı aradım. Misafir olduğum bu diyarda, köklerimi salmalı mıydım? Her yaşımda bana dünya farklı görünürdü. Küçük bir kızken neşeyle bakardım. Renklerle bezenmiş bir yerdi. Okullu bir kızken arkadaşlık ilişkileri demekti. Ergenliğimde mutlu olmak demekti. Her yaşın acemisiyim, ben nereden bileceğim? Üniversiteliyken arayış çağımdı. Daha çok toy ve saf duygularını muhafaza edebilmiş bir kız. Ben dünyayı anlamamışım...Satırlarda ve düşüncelerde aradım kendimi. Nesnelerde, mekanlarda. Yeri geldi sığamadım kitaplara. Rüzgar yüzüme çarparken, yağmurlar boşanırken bedenimin üstünden, koşardım ben dünyaya. Ömrümü heba edecek olma korkusundan kaçardım. Bazen yaşıt...

Şiir: Taşırım Dünyayı Sırtımda

  Taşırım dünyayı sırtımda,  Kamburum var benim.  Ölen çocukların hüznü,  Açlıktan ölenlerin acısını taşırım.     Taşırım dünyayı sırtımda,  Kuruyan göllerin acısını,  Yanan ağaçların yok oluşunu,  Canlıların acısını taşırım.  Hayvanat bahçesinde sergilenen,  Yurdundan kopartılan kutup ayısının acısını,  Üşümemek için araba tekerine saklanan kedinin,  Kedinin mücadelesini taşırım.  Hakkı teslim edilmemiş işçinin,  Evine dönerken ki sıkışmışlığını,  Göz yaşı dökmesi ayıplanmış babaların,   Yoksulluğun acısını taşırım.  Haksızlığa uğrayanların,  Canı yanmışların, pusu kurulmuşların,  İçimde yankılanır sesleri.   Çocukların, görülmeyen hüzünleri.  Taşırım zaaflarımı,  Saydıklarımı durdurmaya yetmeyen gücüme,  Değiştirmek isterken delicesine,  Kendimi aklarım korkusu sarar.  Olur ya bu da bir savunmadır,  İnsanın kendisine karşı,   Bundan kork...