Geçenlerde düşünüyordum, bir insanın gerçekliğini ortaya ne çıkartabilir diye. Şöyle dönüp kendimize baktığımızda, çoklukların içine sıkıştığımızı görebilmek mümkün. Ne kadar çok "şey"e sahipsek o kadar varız. Sahip olduklarımız olmadan varolamadığımızdan onlarla beraber var oluyoruz. Bir insanın kişiliğini de yokluktan ziyade çokluk ortaya çıkarıyor. İçinde kalmışlıkları, zayıflıklarını, aşağılık duygusunu, acılarını, değersizliğini, güvensizliğini, kabul görmemişliğini, onay arayışını, sevgisizliğini sahip olduğu çokluklar içerisinde gösteriyor kendisini. Her kavram zıttıyla beraberdir bu bağlamda çoklukta biraz yokluktur. Çokluk bu sebeple bir perdedir. Gerçekliği gizleyen bir perde. İnsanın kendisine bakmasını engelleyen kocaman bir engel.
Yeryüzünde büyüklenenler, karakteri en zayıf kişilerdir. Hepimizin içinde küçücük bir çocuk var. Büyüklenenlerin içindeki çocuk aşağılık, değersiz, sevgisiz ve öfkeli. Alacaklı bu dünyadan, yaşanmamış çocukluğu, sevgi görmeyen ruhu, okşanmayan başının acısı, başkalarına misliyle sunulan sevgi, değer gibi kavramlar ona hiç sunulmamıştır. Sevilmenin ne demek olduğunu bilmiyor, sevmenin ne demek olduğunu bilmiyor, empatiyi bilmiyor çünkü içinde yaşayamadıklarının derin bir öfkesi var. Derin öfke, derin acılar. Çok derinlerde bir öfke, geçmişin telafisi mümkün mü? Sevilmemenin, onaylanmamanın acısı, parmak uçlarına kadar işlemiştir. Yetişkin olduğunda kendine duyduğu derin hayranlıktan tanırız onları. Çok öz güvenli, çok başarılı, kendisine değer veren biri olarak gözüktükleri noktada o sevilmeyen benliklerini onarma çabasını görürüz bakmasını bilirsek. Çok iyi olursa, çok başarılı olursa hayranlık duyulur ve o hayranlık onun ruhunun gıdası oluverir. İnsanların gözünde mükemmel bir profil çizmek uğruna yapamayacakları bir şey yoktur. Oysa iç dünyaları enkaz altındadır. O enkazdan bakarlar dünya denilen yere. Ve gördükleri de enkaz altındadır. Zayıflığa tahammül edemezler ve onu ezme arzusuyla doludurlar. Herkesin ruhunu besleyen etkenler vardır. Kibirliler için hükmetme arzusudur. Aşağılık bir kişilikle yaşamak kolay mı sandınız? Başka nasıl tahammül edebilir ki insan. Dünyaya gözlerini açtığı an gerçek anlamda değer görmemişliğin öfkesini anlayabilir misiniz? Kibir işte biraz da böyledir. Her parlatışta kendini, görün beni çığlığı vardır. Görün artık, ben mükemmelim! Ben sevilebilirim! Görün beni siz beni görmezseniz ben sevileceğime inanmam! diye çığlık atar eylemlerinde.
Seyyar satıcılar, overlokçular bağırırlar ürünlerini satabilmek için. Sattıkları ürün ucuzdur bu yüzden ses çıkar. Kuyumcular sessizdir. Elmasların, pırlantaların, altınların görülmeye ihtiyacı yoktur onlar zaten değerlidir. Bu sebeple sessizdirler.
Lüks, şatafatların arkasındaki motivasyon da budur beğenilmek, gıpta edilen biri olmak.
Kimi için şan ve şöhret, kimi için bilgi, kimi içinse makam ve mevkidir. Tüm bunlar olmadığında o çığlıkla baş başa kalacaktır. Bir insanın içinde çığlıkla yaşaması ne acınasıdır. Avazı çıktığı kadar bağıran bir ses, "sen değersizsin, bu hayat sana sevgiyi sunmadı, sen sevilmedin, başkalarına sunulan sevgi sana çok görüldü, çok değersizsin" bu sesle yaşarlar, büyüklenmeleri o sesi bastırabilmek içindir. Yaşamak için susturur içindeki sesi. Zulmederek, hile yaparak, aldatarak kimsenin görmediği yerlerde başkalarından beslenerek. Yaşamak işte biraz böyledir. Her insanın içinde bir hikaye vardır, hepimizin içinde başka bir hikâye.
Yorumlar
Yorum Gönder