Ana içeriğe atla

Victor Hugo-Bir İdam Mahkûmunun Son Günü Kitap Analizi

     


         Evrensel yazarlardan birisi olan Victor Hugo'nun eserlerinden biri, Bir İdam Mahkûmunun Son Günü. Victor Hugo'nun bağlı olduğu akımı, edebi kimliğinden kısaca bahsettikten sonra kitabı inceleyeceğim.

       Victor Hugo; 19.YY döneminde yaşamış, Fransız yazar. Romantizm akımına bağlı olarak eserlerini kaleme almıştır. Chateaubriand'ı örnek aldı. Politik kimliğini, yazdığı romanlarına yansıttı. Sefalet, toplumsal vicdan, sosyal adalet gibi konuları romanlarına yansıttı. İlk kurgu romanı, "Bir İdam Mahkûmunun Son Günü" adlı eserini 26 yaşındayken, Grêve Meydanı'nda tanıklık ettiği, idam cezasına çarptırılmış birinden etkilenerek yazmıştır. Romanın önsözünde V.Hugo şu satırları yazmış.

 
Bu kitabın ortaya çıkış nedenini anlayabilmemiz için önümüzde iki seçenek var: Ya gerçekten sefil bir adamın son düşüncelerini yazmış olduğu sararmış; düzensiz bir kağıt tomarı söz konusudur ya da bu adam; bir insana, sanatın yararına doğayı inceleyen bir hayalpereste, bir filozofa, bir şaire rastlamıştır, kim bilir? Belki de kendisine egemen olan ya da daha doğrusu kendisini teslim ettiği ve ancak bu kitaba aktararak kurtulabildiği bir düşlemdi onun bu düşüncesi. Okur, bu iki açıklamadan istediğini seçebilir, istediği gibi yorumlayabilir.”

         Yazar; suç ve ceza kavramlarını incelemiş bu yapıtında. Kitabı okuduktan sonra suç nedir? suçun işlenmesine iten koşullar nedir? Suçun cezası ne olmalıdır? Soruları belirdi zihnimde. Hugo, suç kavramına karşı daha yapıcı yaklaşıma sahip. Suçluların topluma kazandırılması gerektiğini, bu eserinde belirtmiş. Cinayet işlediği için yargılanan bir mahkûmun, beş hafta sonra idam cezasına çarptırılmasıyla sonuçlanır. İdam kararı çıkıncaya kadar mahkûmun içinde hâlâ bir ümit bulunmakta. İçten içe, benliğine olan saygısını korumak istiyor, yaşamak için. Çünkü özsaygı yok olursa, kişi artık hayatta kalmayı istemez. Başkalarını düşünmez. Mahkûm, kendisinin dışında ailesini düşünüyor. Babasız kalacak kızını, eşsiz kalacak karısını ve evlâtsız kalacak annesini. Ve belki hayatı boyunca ölümü hiç düşünmezken, şuan hiç olmadığı kadar yakın. Ölümü tüm bedeninde duyuyor, hissediyor. İnsanın sonsuzlaşma arzusunu taşıdığını görüyoruz. İnsan her ne yapmış olursa olsun, kendi varlığını bir şekilde yaşatmak istiyor. Kızıyla konuşması, onda kendisini görme çabası, mektup yazması, kendisini onda yaşatma arzusunu görebiliyoruz kitabı okurken. Burada da görüyoruz ki, idam edilirken bir kişi değil, ailesi de onunla beraber idam ediliyor. Mahkûmu, kızıyla görüştürüyorlar. Ancak kızı babasını tanımıyor ve babasını öldü sanıyor. Bu ona daha çok ıstırap veriyor. Bir suçlu, kızı tarafından unutulduğunda, yaşama isteğini kaybediyor. Yaşamlarımız sanki bir iple birbirine bağlı, o ip koptuğunda kişi manen ölebiliyor. 
Hugo, suç kavramını sorguluyor. Suçlu, ayrı zamanda evin babası yani eve bakan kişi. Kadınlar, çalışma hayatında henüz günümüzdeki kadar aktif değil. Hâliyle suçlu, öldüğünde ailesine kim bakacak? Onu bu suça teşvik eden maddi olanaksızlıklar olduğunu göstermeye çalışır. Suçun kaynağını maddi olanaklara bağlar. Yine başka bir tartışma konusu ortaya çıkıyor. Ve şu soruyu sormadan edemiyorum. İnsanı suçtan alıkoyacak etken maddi mi yoksa sahip olduğu değerler midir? Eğer insan suçu maddi koşullardan ötürü işliyorsa değerleri de maddidir diyebilir miyiz? Ya da insanın eylemlerini belirleyen salt maddi şartlar mıdır? İnsanın, değerleri nedir? Değerlerin kaynağı nedir? Bu sorular tartışılır.

İdam mahkûmunun yanı sıra diğer bir konu ise idamı izlemek üzere gelen "toplum" var.  Peki toplumu, birinin ölümünü zevkle izlemeye getiren motivasyon nedir? İdam edilen kendi olmadığı için, suçlu olmadığı düşüncesiyle "değerli hissetmek" motivasyonuna sahiptir diyebiliriz. Çünkü suçu işleyen kendisi yahut yakını değil. Kendilik değerini oturtamamış bireyler, başkalarının cezalandırılmasından yahut kötü durumda olmasından içten içe zevk alırlar.  Belki de o dönem toplumu idamı bir gösteri olarak görüyorlardı. Böyle bir algıyla bakıyorlardı olaya, ancak ben yukarıda belirttiğim gibi yorumladım. Hugo'da toplumun çürümüş vicdanını , kitapta eleştirmektedir.  İdam zevkle izlenecek bir gösteri olmadığına dair özellikle vurgu yapılmaktadır. Kitabın can alıcı noktası, öleceğini bilen birinin dünyayı nasıl algıladığıdır. Bunun üstünde biraz daha durmak istiyorum. Mahkûm, ölümle yüz yüze olduğu an, kendisi kızında yaşatabilmeyi arzular. Ölmeden önce bu dünyada değerli bir iş yapması gerektiğini düşünür. Onun için, kendisini evladında yaşatma düşüncesi ortaya çıkar. Bu duygunun ne kadar insanî olduğunu görüyoruz. Dünyevî yaşayan yahut inancına göre yaşam süren birey olması durumu değiştirmiyor, ölürken hep yapamadıklarımızı düşünürüz. Ve vakit hep erkendir ölmek için. Genellikle yaşarken insanların aklına gelmez. Mahkûm, öleceğini bilmesine rağmen ardında bir iz bırakmak ister. Bu fikrini anlamsız bulsa da, yazmaktan alıkoyamaz kendini.  Bu kitabı birkaç cümlede özetleyecek olursam; insan ölüme yakın olduğunda tüm yaşanmışlıkları nasıl da bir anda siliniverdiğini tüm yalınlığı ile yansıtmış Hugo. İnsan, öleceğini bilse de sonsuz olma güdüsü devam eder. Yani bir şekilde kendisini yaşatmak ister. Bu insanî bir yönümüz. Diğer bir konu olarak suç kavramı ve suçlunun çevresi gibi geniş bir perspektifte tartışılması gerektiği. Hugo, Sefiller romanında bu daha detaylı bir şekilde incelemiştir. Onun düşüncesine göre suçlular topluma kazandırılması gereken bireylerdir. Yapıcı olunursa toplum ilerleyebilir. Son olarak toplumun suçluya karşı bakış açısıdır. Siz bu kitabı okudunuz mu? Sizin yorumlarınız nedir? Victor Hugo'nun başka hangi kitaplarını okudunuz? 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hayat üzerine

       Hayat, doğduğumuz andan ölüme kadar süren sürecin ismi. Sayılı, sonu olan sahip olduğumuz bir değer. Çoğu kez anlamadan geçirilmiş yahut tüketilmiş olan şey. Hayatın ne olduğu üzerine bir şeyler söylemek için gencim. Ömrüm varsa daha hâlâ çok uzun yolum var. İnsanın ülkesi çocukluğudur. Dünyayı ilk tanıdığı evre. Hayatın sorumluluklarıyla tanışmamıştır bu süreçte. Eğlenceli ve toz pembe bir dünyadır. Kimisi için asla çocuk olamadığı bir evredir çocukluk. Her şeyin özgün bir anlamı vardır. Dolabın içi gizemli bir diyar, masanın altı başka bir evrendir. Annesi ve babası yanındadır. Anne ve baba insanın çocukluğudur. Dünyaya güvenebileceğin bir yerdir. Kimisi için bu evre hiç olmamıştır. Annesi babası sarmalamamıştır onu. O içinde bu öfkeyle büyüyecektir. Sevgiyle büyüyen ise herkesten sevgi göreceğine inanarak. Elbette yaşam hayalkırıklıklarıyla onları karşılayacaktır. Kurallar ile büyümüştür. Kimseyi üzme, şiddet uygulama, erdemli ol...Peki dış dünya? Ergenlik...

Uğruna Yaşamak

            İnsanı insan yapan nedir? İnsan nerede insanlaşır? Yeryüzündeki canlılar arasında farklılığımız nasıl ayırt edilir? Sahip olduğumuz en değerli şey nedir? Değer nedir?  Yazıma bu sorularla başlıyorum. Önce bu soruların zihnimizde bir cevabının olması gerekiyor. Temel ihtiyaçlarımız beslenmek, uyumak, barınmak... Peki bunlar bizi biz yapmaya yeter mi?   Duygularını, düşüncelerini, arzularını ifade edebilmek için dil denilen bir kavram üreten insan. Mağaranın duvarlarına resim çizerek "Ben buradayım ben de yaşadım!" düşüncesi, varolma arzusunu taşıyan insan değil de kimdir? İnsanı insan yapan, anlam değil midir? Sahip olduğumuz en önemli şey yaşamdır. Bebeklikten çocukluğa oradan gençliğe sonra yetişkinlik ve ardından yaşlılık. Yaşam önemli çünkü yaşadığımız hayat biziz. Bizim kim olduğumuzu belirleyen nasıl bir hayat yaşadığımızdır. Düşünebilmek ve düşünce üretebilmek insana hastır.  Şikâyet etmek ancak acizlere aittir. Bizi k...

Her Yaşın Acemisiyim

                  Dünya büyüktür benden, her yaşın acemisiyim. Küçücüktür dünya ben her yaşın acemisiyim. İnsanın elinde, sahip olduğu yegâne şey yaşamdır. İçine doğduğum aile tanımladı beni, içine doğduğum ülkenin insanıyım ben. Sıkışmışlık arasında. Kök salacakken hayata, kök salacak toprağımı aradım. Misafir olduğum bu diyarda, köklerimi salmalı mıydım? Her yaşımda bana dünya farklı görünürdü. Küçük bir kızken neşeyle bakardım. Renklerle bezenmiş bir yerdi. Okullu bir kızken arkadaşlık ilişkileri demekti. Ergenliğimde mutlu olmak demekti. Her yaşın acemisiyim, ben nereden bileceğim? Üniversiteliyken arayış çağımdı. Daha çok toy ve saf duygularını muhafaza edebilmiş bir kız. Ben dünyayı anlamamışım...Satırlarda ve düşüncelerde aradım kendimi. Nesnelerde, mekanlarda. Yeri geldi sığamadım kitaplara. Rüzgar yüzüme çarparken, yağmurlar boşanırken bedenimin üstünden, koşardım ben dünyaya. Ömrümü heba edecek olma korkusundan kaçardım. Bazen yaşıt...