Ana içeriğe atla

Nereden çıktı bu NOSTALJİ?

       


     Nostaljik kafeler, nostaljik filmler, nostaljik fotoğraflar. Peki nereden çıktı bu nostalji? Neden nostalji? Eskiyi güzel buldurtan sebep nedir? Bunu inceleyeceğiz.

Nostalji etimolojik köken olarak Fransızca bir kelime olup, anlamı ise "sıla hasreti, eskiye duyulan özlem"dir. Eski Yunanca Nostos, "dönüş", algos "acı" yani "geriye dönüş acısı" anlamına gelir. Modern zamanlarda doğan bu kavram, başlı başına modern olanla çelişmez mi? Modernizm çıkış itibariyle eskiyi daima kötü ve geri, yeniyi ise salt ileri ve olumlu görürken bu modern kavram, ne oldu da doğdu? Modern hayatın parçalı hâli ve kendini anlamlandıramayan bireylerde yarattığı boşluktan ötürü, geçmişten kendine anlam üretmeye başlar. İnsanın yapısı gereği anlamlandırmak zorundadır.  Geçmiş deneyimlerin yeniden şimdileşebilmesi için yeniden üretilmesi gerekir.  Ancak nostaljiyi sadece kendi yaşam tecrübelerimizi anımsayarak yapmıyoruz. Yaşamadığımız bir dönem için de bu hissi yaşıyoruz. "Her şey ne kadar güzeldi, artık bozuldu." bakış açısı, olayları gerçeklikten uzaklaştırarak romantize eder. Enteresan olan burada yaşanılmamış olana karşı bir acı vardır. Peki bu acı nedendir? Kendine ulaşanın aslında kendine ait olmadığını anlayışıdır. Geçmişte kalan ile kişinin geçmişi arasında fark olmasıdır. Geçmişe duyduğu özlem nesnesi neyse onun artık olmamasıdır. (ÜMER)

Nostaljinin içeriğinde sadece nesneler yoktur. Davranışlar, durum, yer, kişi, nesne, zaman, mimari birçok şey olabilir. Burada özlem duyulan ait olunandır. Gerçeklikte o anlama tekabül etmese de, kişi ürettiği algı üzerinden anlamlandırır. Nostalji duygusunun medyatik ve popüler kültür hâline gelmesi de oldukça dikkat çekicidir. Kafe konseptinden modaya kadar kuşatmaya başladı nostalji duygusu. 90'lardan itibaren nostaljik duygular, endüstrileşmeye başlamıştır. Nostalji gündemde oldukça geçmiş yeniden üretilecek. 

Peki hangi nesil nostalji kavramını meta hâline getirdi? Bebek patlaması kuşağı olarak bilinen yani 1945-1965 yılları arasında doğan nesil. Nostaljiyi seven, geçmişine bağlı bir kuşak olarak ortaya çıktı. Bu durum elbette 1980-2000 neslini de epey etkilediğini düşünüyorum. Çünkü büyüklerinden geçmişi özleme davranışını taklit etmeye başladı. Tüketim sektörü, 1950-1965 neslinin çocukluklarına, gençliklerine duydukları özlemi satın alabilmek için, geçmişe özlemi endüstrinin malzemesi haline getirdi. Nostaljik albümler, nostaljik ürün katalogları, nostaljik dekorasyonlar... Ontolojik anlamda çocukluk yahut gençliğe ait bir detayın bulunduğu nesneyle bağ kurmak bir o kadar kolaydır.

İnsan yapısı gereği yaşamını devam ettirebilmesi için, güven ve aidiyet olgularına ihtiyaç duyar. Geleceğin ve şimdinin belirsizliği güvensizlik yaratırken, bilinen geçmiş ise yeniden zihinde üretilerek güvenli bir sığınak hâline gelir. 

Sadece popüler olduğu için mi insanlar geçmişe özlem duyuyor? İnsanı bugün ve gelecekten koparan geçmiş, neden bu kadar büyülü geliyor?

Modern yaşamın getirisi olan yüzeysellik hayatlarımıza egemen oldu. Sıcak muhabbetler yok. Zaman yok. İşin verdiği yorgunlukla insanlar birbirleriyle görüşmeye vakit bulamıyor. İnsan; yapısı gereği samimi ilişkilere ve sosyallikten beslenen bir varlıktır. Bunu sağlayamadığında psikolojik yönde sosyalleşme yönünden aç kalacaktır. Beşeri ilişkilerin sağlamlığı, samimiyeti ve sürekliliği açısından nostaljik unsurların sağladığı güvence tartışmasızdır. 

F. Davis nostalji tipini üçe ayırır.

1-Basit anlamıyla nostalji. Geçmişe yönelik özlem. Tatmin edici hediyeden daha üstün bir şey olarak deneyimlenir.

2-Nostaljinin görkemli olmadığına dayanır. Geçmişin mükemmel olduğu izlenimini nostaljik hafızanın bir oyunu olarak algılar.

3-Özünde nostaljik duyguların nesneleştirilmesine dayanır. İkinci dereceden nostalji tanımlamasının önüne geçer. Popüler kültürün, geçmişi meta hâline getiren eğilimlerini çok elverişli bir zemin hazırlar. 


Siz nostaljiyi seviyor musunuz? Yoksa geçmişin kültürel ürünleri mi zevkinize hitâp ediyor? Geçmiş penceresinden bugüne bakmak yaşamı bütünsel olarak görmede engel midir? Yorumlarınızı bekliyorum.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İnsan Ne Zaman Olgunlaşır?

        T oplum nezdinde sıkça kullanılan bir kavram vardır: Olgunluk. 20'leri bitirip 30'a geçince insanlarca öyle tanımlanırsınız. "40 yaşına gelmiş hâlâ nasıl davranıyor?" dediğimiz nice insanlar vardır. Olgunluğu yaşa ve yaşanmışlıklara atfederiz. Oysa ki durum çok farklıdır. İnsan, 20'lerinde de olgunlaşabilir, 40'larında ergen düzeyde kalabilir. Hatta hayatı boyunca hiç olgunlaşamayabilir de. Nerede büyümeye başlar insan? Zihinsel olgunlaşma insana ne katar? Neleri götürür? Dünyayı yeni deneyimlemeye başladığımız dönemde yani çocukluk döneminde her şey çok saftır. İsteklerimizin gerçekleşeceğini düşünür, olayların perde arkalarını gözlemleyemeyiz. Gençlikte ise sadece "bugün" vardır. O anı güzel geçirmek, eğlenmek, haz almak... Çok kez de duygusal olarak değerlendiririz hayatı. Zorlukları görmeden ve deneyimlere kucak açmadan olgunlaşmak mümkün değildir. Nasıl olgunlaşacağınızın tarifini bulamazsınız kitaplarda. Deneyim ve deneyimleri yorumlama...

Her Yaşın Acemisiyim

                  Dünya büyüktür benden, her yaşın acemisiyim. Küçücüktür dünya ben her yaşın acemisiyim. İnsanın elinde, sahip olduğu yegâne şey yaşamdır. İçine doğduğum aile tanımladı beni, içine doğduğum ülkenin insanıyım ben. Sıkışmışlık arasında. Kök salacakken hayata, kök salacak toprağımı aradım. Misafir olduğum bu diyarda, köklerimi salmalı mıydım? Her yaşımda bana dünya farklı görünürdü. Küçük bir kızken neşeyle bakardım. Renklerle bezenmiş bir yerdi. Okullu bir kızken arkadaşlık ilişkileri demekti. Ergenliğimde mutlu olmak demekti. Her yaşın acemisiyim, ben nereden bileceğim? Üniversiteliyken arayış çağımdı. Daha çok toy ve saf duygularını muhafaza edebilmiş bir kız. Ben dünyayı anlamamışım...Satırlarda ve düşüncelerde aradım kendimi. Nesnelerde, mekanlarda. Yeri geldi sığamadım kitaplara. Rüzgar yüzüme çarparken, yağmurlar boşanırken bedenimin üstünden, koşardım ben dünyaya. Ömrümü heba edecek olma korkusundan kaçardım. Bazen yaşıt...

Şiir: Taşırım Dünyayı Sırtımda

  Taşırım dünyayı sırtımda,  Kamburum var benim.  Ölen çocukların hüznü,  Açlıktan ölenlerin acısını taşırım.     Taşırım dünyayı sırtımda,  Kuruyan göllerin acısını,  Yanan ağaçların yok oluşunu,  Canlıların acısını taşırım.  Hayvanat bahçesinde sergilenen,  Yurdundan kopartılan kutup ayısının acısını,  Üşümemek için araba tekerine saklanan kedinin,  Kedinin mücadelesini taşırım.  Hakkı teslim edilmemiş işçinin,  Evine dönerken ki sıkışmışlığını,  Göz yaşı dökmesi ayıplanmış babaların,   Yoksulluğun acısını taşırım.  Haksızlığa uğrayanların,  Canı yanmışların, pusu kurulmuşların,  İçimde yankılanır sesleri.   Çocukların, görülmeyen hüzünleri.  Taşırım zaaflarımı,  Saydıklarımı durdurmaya yetmeyen gücüme,  Değiştirmek isterken delicesine,  Kendimi aklarım korkusu sarar.  Olur ya bu da bir savunmadır,  İnsanın kendisine karşı,   Bundan kork...