Ana içeriğe atla

Öykü: O gün sadece çocuk olacağız

    


Fikret, ustasının dürtüklemesiyle uyandı. 

+Fikret kalk! Öğlene kadar yatacak mısın oğlum? Al şu tulumunu giy. İş beklemez!

Fikret, dokuz yaşında bir çocuktu. Hâlâ uykusu vardı. Yerinden doğruldu, tulumunu giydi. 

+Bu arabanın tekerleğinin jantını değiştir. Salim Bey arabası konusunda çok titizdir. Sakın bir hata yapma! Ardından arabayı parlatacaksın!

-Tamam usta, hallederiz.

Fikret en iyi dostu Devran'ı çağırmaya gitti. 

-Devran, oğlum gel  bak bizim araba geldi. Kalk. 

+Hadi be oğlum, sahi mi!  Devran koşarak tekerleğin jantını değiştirmeye koyuldular. 

Bu iki çocuk pek bir hayalperestti. Otomobillere çok farklı bir gözle bakarlardı. Her bir parça sanki başka bir dünyaydı. Onları yakınlaştıran da buydu. Yaşadıkları çevreyi kendilerine bir oyun hâline getirmeyi başarmışlardı. Çocuk zihni için her şey bir oyun değil midir? Devran arabanın koluyla oynarken kırdı. Olanlar olmuştu.

+Oğlum ben napacam, kırdım arabanın kolunu. Ağlamamak için tutuyordu kendini. 

Fikret: "Sakin ol, hallederiz" derken...

Salim Bey kızı Asude, oğlu Mete ile arabayı almaya geldiler.

Salim Bey: "Ustam, bizim arabamızın işi bitti mi?" 

Usta: "Hoş geldiniz Salim Bey. Tabii buyrun, arabanız hazır efendim." diyerek arabanın olduğu yere götürdü.

Salim Bey arabasına karşı zaafı vardı. Hemen kırık kolu fark etti. 

Salim Bey: "Böyle mi tamir ettiniz arabayı? Kolu kırılmış bunun! Kaç para biliyor musunuz siz!?" dedi bağırarak. Usta Fikret'i çağırdı.

Fikret hemen "Yanlışlıkla oldu usta, ben yaptım." dedi gözlerini dikmiş bir şekilde.

Usta: "Şuna bak bir de pişkin pişkin yüzüme bakıyor." diyerek tokadı çarptı çocuğun yüzüne. Küçük ve cılız bedeni yere serildi. Yaşıtı olan adamın çocuklarının gözü önünde onuru ayaklar altına alınmıştı. Kimsesizlik böyle bir şeydi. Çocuk işçi olmak da. Varlığının bir değeri yoktu ki, onurunun değeri olsun(!) Tüm işçi çocuklar Fikret'in başına toplandı, kimse sesini çıkaramadı. Devran suçunu itiraf etti. Ancak artık çok geçti.

Usta: "Salim Bey, merak etmeyin biz hâlledeceğiz. Bizzat ben ilgileneceğim, çoluk çocuğa iş verince böyle oluyor."

Salim Bey: "Tamam usta size güveniyorum. Yine de çocuğa vurmasaydınız." dedi riyakârlıkla. İçinden sevinmişti. Onun değerli arabasını yapan bu işçi parçası çocuğun mutlaka bir ceza alması gerekiyordu. Ancak beyefendi imajından ödün vermek istemediğinden bunu yansıtmadı. 

Akşam olmuş, tüm çocuklar uyumuştu. Fikret ve Devran hariç. Devran, Fikret'in yanına geldi. "Benim yüzümden dayak yedin oğlum, niye yaptın?" 

Fikret: "Olsun kardeşim, biz kardeşiz. Haydi herkes uyuduysa parka gidelim."

Devran: "Haydi gidelim, dikkat edelim de uyandırmayalım kimseyi." 

İşte tüm şehir uyuduğunda, yıldızların ve ayın kendini gösterdiği bu sessiz vakit, Fikret ile Devran'ın zamanıydı. Tamirhaneye yakın parka gider, kaydıraktan kayar, salıncağa binerlerdi. Ancak birden yağmur bastırdı. Ayakkabılarını çıkardılar, ve şarkı söylemeye başladılar. Herkesin şemsiye açtığı yağmurda, onlar dans ediyordu. Yağmuru tüm bedenlerinde hissediyorlardı, kafalarını kaldırıp gökyüzüne bakıyorlardı. Yağmur dindi ve çimenlere attılar kendilerini. 

Devran: "Üstümüz kirlendi." diyerek kahkaha atıyordu.

Fikret: " Olsun oğlum, şu anın güzelliğine bak."

Devran: "Fikret, sen hiç hayal kurdun mu?"

Fikret: "Bak görüyor musun şu en parlak yıldızı?"

Devran: "Evet."

Fikret: "Her gece bu yıldıza bakıyorum, toprağı hissediyorum. Az önce yağmur yağdı üzerimize. Bir gün dilediğimce çocuk olmanın hayalini kuruyorum. Tüm dünya çocuklarının, sadece çocuk olabileceği bir dünyayı hayal ediyorum. Ben yapacağım, yıldızları dağıtacağım onlara. Yağmur, kar ve güneş fark etmeksizin dans edeceğiz. O gün sadece çocuk olacağız."

Devran: "Ne güzel bir hayal. Tamirhanedekileri de çağıralım. Herkes bilmeli bunu. Yıldızları, mehtapı görebilmeli. Uykuyla heba etmesinler bu anı." 

İçlerinde öyle bir heyecanın alevi tutuşmuştu ki, yerlerinde duramıyorlardı. Tamirhaneye gittiler ve arkadaşlarını uyandırdılar. "Aya ve yıldızlara bakın, uyumanın zamanı değil şimdi. Haydi uyanın arkadaşlar." Hep birlikte tamirhaneden koşarak çıktılar. Ustaları engel olmaya çalıştı ancak engel olamadı. Fikret ve Devran onları parka getirdi.

 Fikret dokuz, Devran ise on yaşındaydı. Tamirhanedeki çocukların en büyüğü on dört, en küçüğü altı yaşındaydı. Bir sürü çocuk bu gece ilk kez ayı, yıldızları görmüş, yağmurun altında dans etmişti. Hava soğuk olmasına rağmen üşümüyordu hiçbiri. İşçi çocuklar, yaşıtları gibi parkta oyun oynayamazdı. Kirli giysileriyle, annelerin babaların çocuklarını oynatmak istemeyeceği çocuklardı. Ayakkabıları delinince ayakkabı alınırdı. Üşümemeyi öğrenmişlerdi. Küçücük bedenlerinin içinde, kocaman bir yetişkin vardı. Onlar ucuz bir iş gücüydü. Varlıkları yoktu. Onurları da. Görünmezdiler. Ancak çocuk yaşta yetişkinliğe mecbur bırakılan çocuklardı. İçlerinde Fikret ve Devran gibi "çocuk olma" hayalini taşıyanlar vardı. Gökyüzündeki mehtapa, yıldızlara bakabilen, yağmurdan kaçmayan, güneşi yüzünde hisseden toprağa karışmış çocuklar vardı. Yüreklerinin pencereleri daima açıktı. Umut doluydu içerisinde. Bir gün tüm dünya çocuklarının, sadece çocuk olmanın hayaliyle yaşıyorlardı. 

                                                                                                         AHU MAH

Yorumlar

  1. Çok güzel bir yazı olmuş ellerinize sağlık 👍
    Sayfama beklerim.
    https://guzellikbenimle.blogspot.com/

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Her Yaşın Acemisiyim

                  Dünya büyüktür benden, her yaşın acemisiyim. Küçücüktür dünya ben her yaşın acemisiyim. İnsanın elinde, sahip olduğu yegâne şey yaşamdır. İçine doğduğum aile tanımladı beni, içine doğduğum ülkenin insanıyım ben. Sıkışmışlık arasında. Kök salacakken hayata, kök salacak toprağımı aradım. Misafir olduğum bu diyarda, köklerimi salmalı mıydım? Her yaşımda bana dünya farklı görünürdü. Küçük bir kızken neşeyle bakardım. Renklerle bezenmiş bir yerdi. Okullu bir kızken arkadaşlık ilişkileri demekti. Ergenliğimde mutlu olmak demekti. Her yaşın acemisiyim, ben nereden bileceğim? Üniversiteliyken arayış çağımdı. Daha çok toy ve saf duygularını muhafaza edebilmiş bir kız. Ben dünyayı anlamamışım...Satırlarda ve düşüncelerde aradım kendimi. Nesnelerde, mekanlarda. Yeri geldi sığamadım kitaplara. Rüzgar yüzüme çarparken, yağmurlar boşanırken bedenimin üstünden, koşardım ben dünyaya. Ömrümü heba edecek olma korkusundan kaçardım. Bazen yaşıt...

İnsan Ne Zaman Olgunlaşır?

        T oplum nezdinde sıkça kullanılan bir kavram vardır: Olgunluk. 20'leri bitirip 30'a geçince insanlarca öyle tanımlanırsınız. "40 yaşına gelmiş hâlâ nasıl davranıyor?" dediğimiz nice insanlar vardır. Olgunluğu yaşa ve yaşanmışlıklara atfederiz. Oysa ki durum çok farklıdır. İnsan, 20'lerinde de olgunlaşabilir, 40'larında ergen düzeyde kalabilir. Hatta hayatı boyunca hiç olgunlaşamayabilir de. Nerede büyümeye başlar insan? Zihinsel olgunlaşma insana ne katar? Neleri götürür? Dünyayı yeni deneyimlemeye başladığımız dönemde yani çocukluk döneminde her şey çok saftır. İsteklerimizin gerçekleşeceğini düşünür, olayların perde arkalarını gözlemleyemeyiz. Gençlikte ise sadece "bugün" vardır. O anı güzel geçirmek, eğlenmek, haz almak... Çok kez de duygusal olarak değerlendiririz hayatı. Zorlukları görmeden ve deneyimlere kucak açmadan olgunlaşmak mümkün değildir. Nasıl olgunlaşacağınızın tarifini bulamazsınız kitaplarda. Deneyim ve deneyimleri yorumlama...

Uğruna Yaşamak

            İnsanı insan yapan nedir? İnsan nerede insanlaşır? Yeryüzündeki canlılar arasında farklılığımız nasıl ayırt edilir? Sahip olduğumuz en değerli şey nedir? Değer nedir?  Yazıma bu sorularla başlıyorum. Önce bu soruların zihnimizde bir cevabının olması gerekiyor. Temel ihtiyaçlarımız beslenmek, uyumak, barınmak... Peki bunlar bizi biz yapmaya yeter mi?   Duygularını, düşüncelerini, arzularını ifade edebilmek için dil denilen bir kavram üreten insan. Mağaranın duvarlarına resim çizerek "Ben buradayım ben de yaşadım!" düşüncesi, varolma arzusunu taşıyan insan değil de kimdir? İnsanı insan yapan, anlam değil midir? Sahip olduğumuz en önemli şey yaşamdır. Bebeklikten çocukluğa oradan gençliğe sonra yetişkinlik ve ardından yaşlılık. Yaşam önemli çünkü yaşadığımız hayat biziz. Bizim kim olduğumuzu belirleyen nasıl bir hayat yaşadığımızdır. Düşünebilmek ve düşünce üretebilmek insana hastır.  Şikâyet etmek ancak acizlere aittir. Bizi k...