Ana içeriğe atla

Öykü: Pencere

       


Mayıs ayının o tatlı kokusunu duyuyorduk. Evimizin karşısında terk edilmiş bir köşk vardı. Üç katlı, ahşaptan yapılmış bir yapıydı. Kocaman bahçesi vardı. Ailelerimiz bu köşke girmemizi istemezdi. Ancak bize her zaman gizemli gelen bu köşkte saklambaç oynardık. İşte her şey, güzel bir mayıs gününde başladı.

Ben, Leyla, Rüzgâr, Berkay ve Müjde köşkün bahçesine girdik.

Müjde: "Çocukluğumuzdan beri bu köşk burada duruyor.  Var mısınız içeri girmeye?

Leyla: "Hayır, ben korkarım. Hem yıllardır kimse girmiyor. Güvenli bir yer olsa girerlerdi, öyle değil mi?"

Rüzgâr: "Ben varım, ama nasıl gireceğiz. Kapı kilitli ve kimseye buraya gireceğimizi söyleyemeyiz. Mehtap, sen ne düşünüyorsun?"

Rüzgâr sorunca bir an duraksadım. Korkuyordum ama rezil olmamak için korktuğumu söyleyemedim.

"Başka bir zaman gireriz. Ben şu an girmek istemiyorum." dedim. Bahçenin içinde küçük bir havuz vardı. İçi boştu. Ben havuzun eşik kısmında duruyordum. Ayağım kaydı ve dengemi kaybedip düştüm.

Arkadaşlarımın hepsi başıma toplandılar. Düştüğüm yerde, mermer taşın altından bir günlük çıktı. Canım çok acımıştı ancak o an acımı duyumsayamamıştım. 

"Hey, bakın bir günlük buldum." 

Berkay:"Günlük nereden çıktı birden?"

"Mermerin altına konmuş, düşünce aralandı."

Müjde:"Canın acıyor mu?"

"Ah hayır, iyiyim merak etmeyin."  

Bu günlüğü bulmak beni derinden heyecanlandırmıştı. İçim içime sığmıyordu. Yazılanları çok merak etmiştim. Tek merak eden de ben değildim. Yaptığımız şeyin etik olup olmadığını düşünecek zamanımız yoktu. Merak güdüsü sarmıştı tüm bedenimizi. 

İlk sayfa 1975 yılından başlıyordu. Sayfalar sararmış olsa da, yazılar dipdiriydi. Bir yazı nasıl olur da, bu kadar canlı olabilirdi?

8 Nisan 1975, Salı

"Beni yazmaya iten düşünce neydi, bilmiyorum. Kendime karşı yeterince dürüst olamıyorum sanırım. Beni rahatsız eden bir şeyler vardı sanırım. Ya da kendimle yüzleşmem mi gerekiyordu?"

Günlüğün ilk satırlarında aynen bu cümleler yazıyordu. Okumaya devam ettik.

9 Nisan 1975, Çarşamba

İnsan bahar ayında aşık olduğu için yazar. Bu yaşa gelmiş ve hiç aşık olmamıştım. Çok anlamsız ve gelip geçici bulurdum. Aşık olanların yürekleri yalnızca bu hisle doluydu. His... Bu yüzden bir hastalık gibi buluyordum. Benim kalbim ideallerimle doluydu. Ancak kimseye anlatamıyordum. Çünkü hiçbir karşılığı da yoktu. Kimsenin böyle bir düşüncesi yoktu. Bu yüzden kendimi yapayalnız hissediyordum. Yanımda birçok insan vardı. Yürekleri o kadar kendileriyle doluydu ki, oturup anlatsam, anlattıklarımın karşılığını bulamazdım. Yoksa ben de karşımdaki insanı kendim gibi mi görmek istiyordum?"

10 Mayıs 1975, Cumartesi

"Bugün arkadaşlarla toplanıp, Çemberlitaş Sineması'na gittik. Tarık Akan'ın yeni filmi vizyona girmiş. Klasik bir romantik-komedi. Kızlar, film boyunca Tarık Akan'ı izlemişti. Oğlanlar ise Gülşen Bubikoğlu'nun güzelliğini. Sanırım yine ortamda hiçbir lezzet alamayan bendim. Bu sahtelikten hiç zevk alamadığım için etrafı izlerdim. Bu tarz filmleri çok bayağı buluyordum. Ancak fikrimi belirttiğimde direkt etiketleniyordum. Kimse anlamak istemiyordu. Ama onları yargılamıyordum çünkü kendileri olmaktan mutlu değillerdi. Oğlanlar, Tarık Akan gibi yakışıklı olmak, kızlar da Türkân Şoray, Gülşen Bubikoğlu, Filiz Akın gibi olmak istiyorlardı. Onlar gibi kaşları, onlar gibi boyalı ve krepelenmiş saçları. Kendisini seven bir insan bunu yapar mıydı? Ben kendimi ne kadar seviyordum?"

6  Haziran 1975, Cuma

"Üst caddemizde büyük bir yangın çıktı. İki gün önce. Kimse yangını söndürmek için bir şey yapmamış düşünebiliyor musunuz. HİÇBİR ŞEY. İtfaiyeyi çok geç aramışlar. İki ahşap ev, yanmıştı. İki aile yok olmuştu. İnsanlar bir şey hissetmiyordu. Gözleri önünde yanarak can vermelerinin, hiçbir tesiri yoktu. Evin oraya baktım. Geriye evin ahşap duvarından bir parça kalmıştı. Bakakalmıştım. Annemle pazara gidiyorduk. Annem de alışverişin derdindeydi. Akşam yapacağı karnıyarıkı düşünüyordu. Yangının olduğu yerde duraksadım. İki hafta önce Dostoyevski'nin İnsancıklar adlı romanında okuduğum satırları canlandırdım zihnimde. "Çok tuhaftı, ağlayamadım. Ama ruhum paramparça olmuştu."  Tanımadığım insanların acısını duyuyor olduğum için neredeyse hatalı bir iş yapmış gibi utanıyordum. Buranın normali kendi derdine bakmaktır. Ben ise anormaldim. Uyamıyordum, onlar gibi düşünemiyordum. Tuhaf bir yaratık gibi bakmıştı annem bugün bana. Patlıcan alacağız, daha evde bir sürü iş var! Sen hâlâ orada duruyorsun?! Bu bakışı unutamayacağım" 

16 Haziran 1975, Pazartesi

"Annemin arkadaşları eve gelmişti. Yanan iki ev hakkında konuşuyorlardı. Ayten Teyze "Çok şükür Ferhunde Hanımlar taşındılar. Ya onlar varken yansaydı. Maazallah." Perihan Teyze: "Çok şükür ayol, iyi ki kiraya verdiler. Yoksa Ferhunde Hanımlar ölebilirdi. Hem zaten başka şehirden gelmişler. Buralı da değiller zaten." Koridordaydım bu konuşmalar geçerken dayanamayıp bağırdım. "İnsanlar yandılar. Bir aile yok oldu. Yaşanmaya muktedir olan bizden gördüklerimiz midir? Neredeyse oh olsun diyeceksiniz. Sırf tanımadığınız için, sırf sizden olmadıkları için. Buralı olmadıkları için. Bu iki yüzlülükle nasıl yaşıyorsunuz?"  Annem bana kızdı. "Ne biçim konuşuyorsun büyüklerinle? Ayıplanan bakışlar doğrulmuştu üzerime. Düşüncelerimi hiç bu kadar net açıklayamamıştım. Sahte bir onay içinde olmayı terbiyeli olmak olarak tanımlayan insanlar için ne denilebilir ki? Bir tek ağabeyimle anlaşabiliyordum. O da artık eve gelmiyordu. İyice yalnızlaşmıştım. Tahammül etmek çok zordu..."

8 Temmuz 1975, Salı

"Evde sessizlik hakimdi. Kimseyle aynı dili konuşamıyorum. Aynı şeyi hissetmediğin, dünyaya aynı yerden bakmadığın insanlarla aynı yerde yaşamak ne zor işmiş. Yalnızlığı iliklerime kadar hissetmemiştim."

6 Ekim 1975, Pazartesi

"Neyse ki okul başlamıştı. Biraz olsun evden uzaklaşabiliyordum. Ne yalan söyleyeyim şu yeşil çatılı, pembe binayı seviyorum. Aşınan merdivenlerini, hengamesini. Bu yıl mezun oluyorum. Artık buralarda duramayacağım, gideceğim bu şehirden."

28 Haziran 1976, Çarşamba

"Uzun zaman oldu yazmayalı. Ah çok zorlu bir zamandı sahiden. Ancak bu sefer çok uzun yazacağım. Vakit tamam ben gidiyorum. Anadolu'da öğretmenliğe  başlıyorum.  Artık burada bir yerim olmadığını biliyorum. Soruyordum kendime, bu kendimden bir kaçış mıydı? Ama en çok kendimle beraberdim. Güzel insanlar yetiştirmek, onların yaşamlarına dokunmak istiyordum. Yüreğim kendimle dolu olmadı. Tırnaklarını parlatıp, dünyayı umursamamayı denedim üstelik. Ama olmadı. Yeryüzündeki tüm çocukları tüm kalbimle kucaklamayı arzuluyordum. Ayrımcılıktan uzak, erdemli çocuklar yetiştireceğim. İnsan en çok kendisine karşı dürüst olmalı. Beni burada tutan hiçbir sebep kalmamıştı. Yüreği kendisiyle dolu olan herkese kırgınım. Bir acı yaşandığında, kayıtsız kalana kırgınım. Dünyaya geniş, kocaman bir pencereden bakmak varken neden insan küçücük bir delikten bakar dünyaya?  Hem siyahım, hem beyaz, hem Asyalıyım, hem Afrikalı, hem Batılı, hem Orta Doğulu. Ben dünyayım, gökyüzü kadar geniş benim pencerem! Bu bir veda konuşması, artık gidiyorum. Hüzün ve heyecan doluyum. Hoşçakal geçmişim. Hoşçakal..."

Günlük burada bitmişti. Günlük, insanın en çok kendi olduğu yerdir. Ne güzel bir insandı. Acaba şimdi hayatta mıydı? Dediği gibi yaşayabilmiş miydi? Kim bilir neredeydi? Gencecik bir kızın, böylesine derinliği karşısında kendi gündemleri öyle küçülmüşti ki ortam sessizleşmişti. Artık yapacak tek bir şey vardı. Bu günlüğün sahibini bulmak! 



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Betonlara rağmen açmış bir çiçeğim

Betonlara rağmen açmış çiçeğim, Üstümü kaldırım taşlarıyla kaplamalarına rağmen, İnsanların görmediği, genellikle üstüne basıp geçildiği, Yerde açan küçük sarı çiçeğim. Kar, kış, soğuk ve hiçbir engel, Engelleyemedi, benim açmamı. Koparılmama rağmen yerimden, Benim varoluşumdur açmak! Fuşya begonvilleri, rengârenk gülleri, Zarif papatyaları, güneş çiçeklerini, Sevmek kolaydır.  Güzelliği, estetik duygularımızı kuşatır. Göremez herkes beni, Zaten insanlar yürürken bakmaz yere, Ben görülmeyi de istemem, Beni bakabilen görsün! Küçücük, görünmez bir zerreyim, Mücadelem kendimden büyük, Ben betonda açan çiçeğim, Kentin, kuşatmasına rağmen doğayı, Kente karşı direnen, Varoluşundan vazgeçmeyen küçük sarı çiçeğim. Anlamasın herkes beni, Çünkü derinliğin gereğidir biraz, Herkes tarafından anlaşılmak, Kolaydır, basittir. Ben betonlarda açmış, Betona rağmen, hâlâ, Vazgeçmemiş çiçek olmaktan! Yaradılışımın gereğini yerine getirmektir, Benim varoluşum! Soğuğa, koparılmaya, çiğnenmeye; Betona, üstün

En Büyük Devrim, Kendini Devirmektir!

      Dünyaya geliyorsun, emekliyorsun. Oyunlar oynuyorsun, düşüyorsun kalkıyorsun. Çocuk oluyorsun, toplumla tanışmaya başlıyorsun. Büyüdükçe kendine yabancı olmayı öğreniyorsun. Toplumdan onay almak için davranışlarını, isteklerini oluşturuyorsun. Daha küçücük bir çocukken üstelik... Üniversiteyi kazanıyorsun sonra gelir mi ardından bir mezuniyet. Bir sürü bilgi doluyor zihnine ama hiçbiri sana seni öğretmiyor. Kendinin hakkında hiçbir fikir sahibi olamadan eline bir kağıt parçasını tutuşturuyorlar. Sonra kariyer sahibi oluyorsun. Şayet olursa bir de evlilik ve çocuk geliyor peşinden. Ömrünün sonuna geldiğinde insan dönüp bakıyor, bir ömür bir yabancıyla yaşamış. Öğrendiği bilgiler boş, Okuduğu kitaplar boş. Kimisi kendinden kaçmak için sloganlara sığınmış; kimisi ise koskoca bir ömrü olmak yerine nasıl görünürüm üzerine geçirmiş. Nefes alıp vermek, ölmemek midir yaşamak?        Davranışların arkasında takdir edilmek, onaylanmak ve sevilme arzuları yatar. Koskoca bir ömrü başkaların

Dünya'dan İnsana Mektup

         Yaşamak nedir? Diri olmak nedir? Ölmek nedir? Arzularını gerçekleştirmek için çabalamak mıdır yaşamak? Varlığının anlamlandıran mıdır yaşayan? Her gün öleceğini bilerek yaşayan mı diridir? Ölmeyecekmiş gibi yaşayan mı? Sen neredesin? Hiçlik içinde yokluk musun? Sen nesin? Sen kimsin? Var mısın? Yok musun? Gerçek misin? Kurgu musun? Sen kimsin? Yaşayan kim? Ölen kim? Hırslarına, ihtiraslarına, kibrine, konforuna ruhunu erittiren sen değil de ben miyim? Buraya bunun için mi geldin? Hissetmeyen, düşünmeyen bir insan mı diridir? Istırap çekmekten korkmayan bir zihin mi?         Adalete boyun eğdiren, zulüm eden sen değil misin? Hatalarını kapatmak için gerçeklere duvar ören sen değil misin? Hatalarını düzeltip, kendinle yüzleşebilecek olan kim? Esareti hakim kılan sen değil misin? Özgür müsün? Esir misin? Kimdir esir?         Cehaletine kılıf uyduran, hakikatin önünde sis bulutu sen değil misin? Doğruyu bulabilen, cehaletiyle kendine rağmen yüzleşen sen misin? Kişiliğinin esiri o