Dünyaya geliyorsun, emekliyorsun. Oyunlar oynuyorsun, düşüyorsun kalkıyorsun. Çocuk oluyorsun, toplumla tanışmaya başlıyorsun. Büyüdükçe kendine yabancı olmayı öğreniyorsun. Toplumdan onay almak için davranışlarını, isteklerini oluşturuyorsun. Daha küçücük bir çocukken üstelik... Üniversiteyi kazanıyorsun sonra gelir mi ardından bir mezuniyet. Bir sürü bilgi doluyor zihnine ama hiçbiri sana seni öğretmiyor. Kendinin hakkında hiçbir fikir sahibi olamadan eline bir kağıt parçasını tutuşturuyorlar. Sonra kariyer sahibi oluyorsun. Şayet olursa bir de evlilik ve çocuk geliyor peşinden. Ömrünün sonuna geldiğinde insan dönüp bakıyor, bir ömür bir yabancıyla yaşamış. Öğrendiği bilgiler boş, Okuduğu kitaplar boş. Kimisi kendinden kaçmak için sloganlara sığınmış; kimisi ise koskoca bir ömrü olmak yerine nasıl görünürüm üzerine geçirmiş. Nefes alıp vermek, ölmemek midir yaşamak?
Davranışların arkasında takdir edilmek, onaylanmak ve sevilme arzuları yatar. Koskoca bir ömrü başkalarını tatmin etmek için yaşarız. Arzuları ve hevesleri tatmin edebilmek için yaşarız. Haksızlığa karşıdır ama kendisi yaptığında değil. Torpil yapanlardan yakınır da sonra kendisi de oyunu kurallarına göre oynar(!). Herkes slogan atmayı sever de, iş kendisini tanımaya, kendisini değiştirmeye gelince orada dur! Bu sebeple insanların çoğu yaşamaz sadece nefes alırlar. Konforlu bir sığınağı, içi boş egosunun kabartılmasını tercih ederek yaşarlar. Buna yaşamak denirse.
Yaşadığımız dünyaya bir güzellik, umut, fayda olmadan önce kendinden başlamak gerekir. Neyi neden yaptığını bilecek bir bilinç, ezberlemeden her şeyiyle kendi varlığını tam bir şekilde ortaya koyarak. Güzel bir şeyleri ortaya çıkartabilmek için onu yıkmak gerekir. İnsanın en büyük prangası kendisidir, bu yüzden yıkılmalıdır. Bilinçli bir şahsiyet, insanın içinin düşüncelerinin ve davranışlarının birbiriyle uyumlu oluşu, değiştiremeyeceği durumları kabul edecek olgunluk. Her gün, bir gün öleceğini bilerek yaşamak... Sevilmemek, kabul edilmemek pahasına da olsa, toplumda gerçekten kendisi olarak var olabilmek. Dünyada var olmanın şifresi budur bana kalırsa. Her şey zıttıyla beraberdir. İyiliği anlamlı kılan kötülüğün olmasıdır; güzeli güzel yapan çirkinliğin olmasıdır. Kendi varlığına saygı duymak budur. Kendini kabul edebilmek ve inşâ ettiği hâliyle var olabilmek. Bir ömür yaşadığı kendisiyle bir bütün olabilmektir. Nihayetinde ölümlü canlılarız. Günün birinde ölecek olan bir varlığın acizliğini kabul etmesi erdemdir. Buna göre yaşaması da. Yaşamı anlamlı kılan ölümdür. Ölüm olmasaydı, anlamlı bir yaşamı düşleyemezdik. İnsanı insan yapan nedir? İyiliği ve güzelliği önce kendimize getirmekten sorumluyuz. Entropi bize de işleyecek. Ömrümüz varsa şayet sırtımızda kamburumuz çıkacak. Çehremiz buruşacak, gençliğin canlılığı silinecek. Ancak şahsiyet, insanla yaşam boyu yanında kalacaktır. Ölümden sonra yine o şahsiyetiyle yapıp ettikleri kendisiyle beraber gelecektir. Bu dünyaya bırakılacak iz ancak karakterin güzelliğiyle olabilir. Bu da ancak prangalardan kurtulmak ile mümkün olacaktır. Zaaflarını, heveslerini, beğenilme, takdir edilme arzusunu yani kendini devirdiğinde gerçekleşecektir. İnsanı güzel kılan, insanların, diğer canlıların yaşamında güzel iz bırakabilmesidir. Eylemlerimiz, düşüncelerimiz, kararlarımız ve cesaretimiz. Anlaşılmamaya, yalnızlığa rağmen. Her güzel şeyin elbette bedeli vardır. Güzeli, erdemi, iyiliği seviyorsak biz ona dönüşeceğiz. Zira adalete, iyiliğe ve güzelliğe dönüşmeyenin onu talep etme hakkı yoktur. Bize düşen arkamızda ne bırakacağımızdır.
Son olarak, var olabilmek için önce devrileceğiz. Adalete, erdemliliğe, İyiliğe, cesarete dönüşebilmek için. Kendi zaaflarımıza rağmen.
Ahu.
Devrimci bir ruhla yazılmış gerçekçi bir yazı! Kaçımız gözümüzü kırpmadan bakabiliyoruz aynalara?
YanıtlaSilKıymetli yorumunuz için çok teşekkür ederim.
Sil