Ana içeriğe atla

Edebî Tür Olarak: Distopya

                


 Edebiyat denince aklımıza duyguların, düşüncelerin estetize edilerek sunulması aklımıza geliyor. Lâkin distopik romanlar bize dünyanın acı yüzünü gözler önüne serer. Distopya, Yunanca "dys" olumsuz, kötü anlamlarını taşır. Topia ise yaşanılan yer demektir. Distopya, kötü yer gibi anlama gelmekte olup, ütopya kavramına tepki olarak dünyaya gelmiştir. Ütopya, var olmayan güzel yer olup, tam zıttını ifade eder. 

Toplumun güncel siyasî, teknolojik ve sosyal durumundan etkilenerek kaleme alınmıştır. Dünyanın acı yönü, toplumsal çöküş, totaliter rejimler, bireysel baskılanma gibi konular distopyanın kurgusunu inşâ eder. Günün durumundan yararlanarak, gelecek ile ilgili bir dünya tasviriyle okurlarıyla buluşur. Kimi distopik romanları geleceğin yorumu olarak ele alırken, kimi ise modern dünyanın eleştirisi olarak ele alır. Peki distopik romanlar gerçekten gelecek ile ilgili doğru bilgi verir mi? Bir zamanın erdemli hayalleri, totaliterizme dönüşebilir mi? Özgürlük düşüncesi, güç ele geçince dayatma ve kısıtlamaya dönüşebilir mi? İyi bir dünya, refah içinde yaşam arzusu gücü ele aldığında kontrolcü, şiddet yanlısı, baskıcı bir fikre dönüşür mü? Cevapları size bırakıyorum. 

Zihnin gelişmesi için, zihnin aykırı düşünebilme yeteneğini kazanması gerekir. Zihin zorlanmadığında ezberci, alışılageldik biçimde düşünmeye devam eder. Bu döngüyü kırabilmek adına distopik romanlar, okurun perspektifini zenginleştiren bir tür olarak karşımıza çıkmaktadır. Sizlere sevdiğim birkaç distopik roman önerisi vererek, yazımı burada noktalıyorum.

1-1984(Artık klişeleşse de benim için ilklerdendi)

2-Cesur Yeni Dünya

3-Otomatik Portakal

4-Fahrenheit 451

5-Philip K. Dick

6-Biz


Yorumlar

  1. Bu açıklayıcı yazı için tebrik ederim. "Hayvan Çiftliği" de bir örnek olarak alınabilir.

    YanıtlaSil
  2. Teşekkür ederim. Evet, alabiliriz,

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

İnsan Ne Zaman Olgunlaşır?

        T oplum nezdinde sıkça kullanılan bir kavram vardır: Olgunluk. 20'leri bitirip 30'a geçince insanlarca öyle tanımlanırsınız. "40 yaşına gelmiş hâlâ nasıl davranıyor?" dediğimiz nice insanlar vardır. Olgunluğu yaşa ve yaşanmışlıklara atfederiz. Oysa ki durum çok farklıdır. İnsan, 20'lerinde de olgunlaşabilir, 40'larında ergen düzeyde kalabilir. Hatta hayatı boyunca hiç olgunlaşamayabilir de. Nerede büyümeye başlar insan? Zihinsel olgunlaşma insana ne katar? Neleri götürür? Dünyayı yeni deneyimlemeye başladığımız dönemde yani çocukluk döneminde her şey çok saftır. İsteklerimizin gerçekleşeceğini düşünür, olayların perde arkalarını gözlemleyemeyiz. Gençlikte ise sadece "bugün" vardır. O anı güzel geçirmek, eğlenmek, haz almak... Çok kez de duygusal olarak değerlendiririz hayatı. Zorlukları görmeden ve deneyimlere kucak açmadan olgunlaşmak mümkün değildir. Nasıl olgunlaşacağınızın tarifini bulamazsınız kitaplarda. Deneyim ve deneyimleri yorumlama...

Her Yaşın Acemisiyim

                  Dünya büyüktür benden, her yaşın acemisiyim. Küçücüktür dünya ben her yaşın acemisiyim. İnsanın elinde, sahip olduğu yegâne şey yaşamdır. İçine doğduğum aile tanımladı beni, içine doğduğum ülkenin insanıyım ben. Sıkışmışlık arasında. Kök salacakken hayata, kök salacak toprağımı aradım. Misafir olduğum bu diyarda, köklerimi salmalı mıydım? Her yaşımda bana dünya farklı görünürdü. Küçük bir kızken neşeyle bakardım. Renklerle bezenmiş bir yerdi. Okullu bir kızken arkadaşlık ilişkileri demekti. Ergenliğimde mutlu olmak demekti. Her yaşın acemisiyim, ben nereden bileceğim? Üniversiteliyken arayış çağımdı. Daha çok toy ve saf duygularını muhafaza edebilmiş bir kız. Ben dünyayı anlamamışım...Satırlarda ve düşüncelerde aradım kendimi. Nesnelerde, mekanlarda. Yeri geldi sığamadım kitaplara. Rüzgar yüzüme çarparken, yağmurlar boşanırken bedenimin üstünden, koşardım ben dünyaya. Ömrümü heba edecek olma korkusundan kaçardım. Bazen yaşıt...

Şiir: Taşırım Dünyayı Sırtımda

  Taşırım dünyayı sırtımda,  Kamburum var benim.  Ölen çocukların hüznü,  Açlıktan ölenlerin acısını taşırım.     Taşırım dünyayı sırtımda,  Kuruyan göllerin acısını,  Yanan ağaçların yok oluşunu,  Canlıların acısını taşırım.  Hayvanat bahçesinde sergilenen,  Yurdundan kopartılan kutup ayısının acısını,  Üşümemek için araba tekerine saklanan kedinin,  Kedinin mücadelesini taşırım.  Hakkı teslim edilmemiş işçinin,  Evine dönerken ki sıkışmışlığını,  Göz yaşı dökmesi ayıplanmış babaların,   Yoksulluğun acısını taşırım.  Haksızlığa uğrayanların,  Canı yanmışların, pusu kurulmuşların,  İçimde yankılanır sesleri.   Çocukların, görülmeyen hüzünleri.  Taşırım zaaflarımı,  Saydıklarımı durdurmaya yetmeyen gücüme,  Değiştirmek isterken delicesine,  Kendimi aklarım korkusu sarar.  Olur ya bu da bir savunmadır,  İnsanın kendisine karşı,   Bundan kork...