Ana içeriğe atla

İnsanın Ülkesi Çocukluğudur

          


  İnsanın varoluşunun hikâyesi, anne karnında başlar. Annesi ve babasının hücreleriyle aktarılan, aile büyüklerinden aktarılan yaşam hikâyeleri, travmalar hayatında varlığından bile haberinin olmadığı insanların izlerini taşıyarak büyür. Dokuz ay, bir kadının karnında geçer. Kadının duyguları, deneyimlerini hissedersin. Bir kadının vücudunda yaşam bulur insan. Hayata bir kadın ile tutunur. Kadının yaşamı sevmesiyle o da yaşamı sever, kadın sevmezse o da dünyayı sevmede zorlanır. Dünyayı ilk kez bir kadının içinde deneyimler insan. Artık çıkma vakti gelmiştir. Dünyası değişir ve artık dokuz ay yaşadığı o güvenli ortam yoktur. Bilmediği sesler, bilmediği yüzler, kokular aman Allah'ım burası da neresi böyle? Dünyaya gözlerimi açtığımızda tanıştığımız ilk duygu korkudur. İşte tam bu esnada bir kadının kucağına veriliriz. Dünyayı anlamlandırdığımız an burasıdır. Evet, işte dünya güvenli bir yer inancını geliştirdiğimiz yer. O güzel kokuyu alırız. Şefkatle bakan gözler, bizim varlığımızı kabul eder. O kadın ise annemizdir. Korku ve kabul edilme, bağ kurma, güven... Bu duygularla geliriz dünyaya. Varlığımızın görülmesi, annemizle kurduğumuz bağ nasıl biri olacağımızı belirleyecektir. Annemizin güvenli kollarında karnımızı doyururken, bize sevgi dolu gözleriyle attığı bakışlar "dünya güvenli, güvendeyim, karnım doyuyor, seviliyorum, değerliyim" düşüncesini pekiştirir. O bağ kurulmadıysa dünya bizim için tekinsiz bir yerdir, varlığımız değersizdir, sevilmediğimizi düşünürüz. Zaman ilerler büyürüz. Emeklemeye başlarız, nesneleri tanımaya. Kocaman bilinmezlikler havuzu gibidir, zihnimizde şemalar oluşmamıştır. Emekledikten sonra ayağa kalkarız ve ardından düşeriz. Yaşamın gerçekliğini ilk kez bu zaman deneyimleriz. Çünkü hayatta olmak bazen emeklemek, bazen ayağa kalkmak bazense düşmektir. Annemiz-babamız bizi desteklerse varlığımıza güveniriz. Panikle davranmışlarsa yeni deneyimler bizi korkutur. İnsanın ülkesi çocukluğudur...

Beş yaşına gelmişizdir artık arkadaş edinmeye başlarız. Dünyanın merkezinde görürüz kendimizi bu yaşlarda. Her şey o kadar büyülüdür ki, binalar devasa, gardırop bir zaman makinesidir. Koridorun boşluğa açılan kapısı başka bir dünyaya açılıyordur. Masanın altı çok gizemlidir. Beş yaşlarında dünya biraz böyle bir yerdir. Zihnimizde uydurduğumuz hikâyelerle deneyimleriz. Yetişkinlerin sıkıcı dünyasına adım atmamışızdır. Evimiz, evimizdeki eşyalar, annemiz-babamız, kardeşlerimiz, gezdiğimiz yerlere yaşamımızdan tohumlar serpilir. Kaç yaşına gelirsek gelelim bu yaşlarda yaşadıklarımızı bir ömür içimizde taşırız. Benliğimizi burada inşâ ederiz. Mekânın insan benliğindeki etkileri burada başlar. İnsanın ülkesi çocukluğudur.

Her şey bu kadar olumlu geçmeyebilir. Varlığımız bu yıllarda onaylanmayabilir. Bizi dünyaya getirenlerden sevildiğimizi hissetmemiş olabiliriz. O zaman dünya kötü bir yerdir. İnsanlar düşman, mekân insana kim olduğunu hatırlatan bir acı nesnesine evrilir zamanla. Kabullenilmeyişin acısını kapatmak mümkün müdür?Sadece görülebilmek, varlığını fark ettirebilmek için haylaz sıfatında varolmaya çalışmanın acısı... 

İyi bir çocuk olursan, Şirinler'i görebileceğini düşünerek büyüyen, kendi varlığını bastıran çocuk ise onaylanmak için yaşar. Ancak "iyi" bir çocuk olursa sevilecektir. Kendisinin nasıl birisi olduğunu bilmeden büyür. Herkesin hoşuna gidecek sözler söyleyerek var olmaya çalışır. Kendine yabancı olmanın acısının tarifi mümkün mü?

Yaşam boyu gelişmeye, değişmeye ve dönüşmeye devam ederiz. Değişiriz ve dönüşürüz. Zihnimizin izin verdiği ölçüde iradeli olabiliriz. İnsanın ülkesi çocukluğudur. Ülke, insanın ait olduğu yerdir. Kim olduğumuz doğmadan önceden itibaren başlar. Annemizle kurduğumuz temasla devam eder. Nasıl biri olacağımız buralarda gizlenmiştir. Kökleşmiş benliğimizin ait olduğu yer çocukluğumuzdur. Ne kadar değişsek de çocukluğumuz kök salmıştır tüm benliğimize.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İnsan Ne Zaman Olgunlaşır?

        T oplum nezdinde sıkça kullanılan bir kavram vardır: Olgunluk. 20'leri bitirip 30'a geçince insanlarca öyle tanımlanırsınız. "40 yaşına gelmiş hâlâ nasıl davranıyor?" dediğimiz nice insanlar vardır. Olgunluğu yaşa ve yaşanmışlıklara atfederiz. Oysa ki durum çok farklıdır. İnsan, 20'lerinde de olgunlaşabilir, 40'larında ergen düzeyde kalabilir. Hatta hayatı boyunca hiç olgunlaşamayabilir de. Nerede büyümeye başlar insan? Zihinsel olgunlaşma insana ne katar? Neleri götürür? Dünyayı yeni deneyimlemeye başladığımız dönemde yani çocukluk döneminde her şey çok saftır. İsteklerimizin gerçekleşeceğini düşünür, olayların perde arkalarını gözlemleyemeyiz. Gençlikte ise sadece "bugün" vardır. O anı güzel geçirmek, eğlenmek, haz almak... Çok kez de duygusal olarak değerlendiririz hayatı. Zorlukları görmeden ve deneyimlere kucak açmadan olgunlaşmak mümkün değildir. Nasıl olgunlaşacağınızın tarifini bulamazsınız kitaplarda. Deneyim ve deneyimleri yorumlama...

Her Yaşın Acemisiyim

                  Dünya büyüktür benden, her yaşın acemisiyim. Küçücüktür dünya ben her yaşın acemisiyim. İnsanın elinde, sahip olduğu yegâne şey yaşamdır. İçine doğduğum aile tanımladı beni, içine doğduğum ülkenin insanıyım ben. Sıkışmışlık arasında. Kök salacakken hayata, kök salacak toprağımı aradım. Misafir olduğum bu diyarda, köklerimi salmalı mıydım? Her yaşımda bana dünya farklı görünürdü. Küçük bir kızken neşeyle bakardım. Renklerle bezenmiş bir yerdi. Okullu bir kızken arkadaşlık ilişkileri demekti. Ergenliğimde mutlu olmak demekti. Her yaşın acemisiyim, ben nereden bileceğim? Üniversiteliyken arayış çağımdı. Daha çok toy ve saf duygularını muhafaza edebilmiş bir kız. Ben dünyayı anlamamışım...Satırlarda ve düşüncelerde aradım kendimi. Nesnelerde, mekanlarda. Yeri geldi sığamadım kitaplara. Rüzgar yüzüme çarparken, yağmurlar boşanırken bedenimin üstünden, koşardım ben dünyaya. Ömrümü heba edecek olma korkusundan kaçardım. Bazen yaşıt...

Şiir: Taşırım Dünyayı Sırtımda

  Taşırım dünyayı sırtımda,  Kamburum var benim.  Ölen çocukların hüznü,  Açlıktan ölenlerin acısını taşırım.     Taşırım dünyayı sırtımda,  Kuruyan göllerin acısını,  Yanan ağaçların yok oluşunu,  Canlıların acısını taşırım.  Hayvanat bahçesinde sergilenen,  Yurdundan kopartılan kutup ayısının acısını,  Üşümemek için araba tekerine saklanan kedinin,  Kedinin mücadelesini taşırım.  Hakkı teslim edilmemiş işçinin,  Evine dönerken ki sıkışmışlığını,  Göz yaşı dökmesi ayıplanmış babaların,   Yoksulluğun acısını taşırım.  Haksızlığa uğrayanların,  Canı yanmışların, pusu kurulmuşların,  İçimde yankılanır sesleri.   Çocukların, görülmeyen hüzünleri.  Taşırım zaaflarımı,  Saydıklarımı durdurmaya yetmeyen gücüme,  Değiştirmek isterken delicesine,  Kendimi aklarım korkusu sarar.  Olur ya bu da bir savunmadır,  İnsanın kendisine karşı,   Bundan kork...