Ana içeriğe atla

Mekân ve Bellek Üzerine

    Binalarla çevrelenmiş sokaklarda yaşıyoruz. Binaların rengi, kıvrımları her birinin ayrı bir üslubu var. Her biri ayrı bir üsluba sahip. Başka bir şehre gittiğimizde, hiç tanımadığımız bir yerde bazen bizi güvende hissettiren bir atmosfer oluyor. Aşinalık atmosferi... Güven duygusu biz insanlar için çok önemli. Belirsizlik her zaman için bir tehdit olmuştur tarih boyunca. Mekâna bakarken binalara, dükkânlara, duvarlara, merdivenlerin basamaklarına, duvardaki resme hep aynı şeyi fısıldar insana "ben bir taş parçası değilim!"

Okuldan çıktığın zaman karşıdaki limonatacıda oturup, heyecanla bir haberi paylaştığın zaman artık mekân salt olarak mekân değildir. Demek istiyorum ki her şey zihnimizde atfettiğimiz anlama ait.

Çocukluğumuzda mahallede ebelemece oynarken, gözümüze yüksek görünen koca binalar arasında koşturduğumuz mahallemiz, saklambaç oynarken yumduğumuz ağaç sadece bir ağaç değildir. 

Anneanne ve babaannelerimizin ev dizaynı hep birbirine benzer. O sandıklı çekyat, ahşapla bezenmiş minderli koltuklar, içinde bardakların olduğu televizyon vitrini. Bu görüntü tanıdıktır. Dünyanın başka bir yerine de gitsek, bir sıcaklık hissederiz. O sıcaklık bize güven duygusunu hissettirir. Halbuki güvenli olup olmadığını deneyimlememişizdir. Aşinalık hissidir bu ve o duyduğumuz sıcaklığı, anılarımızın bizi kucaklayışını güven zannederiz. Burada nesneler ve mekân anlamsızdır. Ona anlam yükleyen bizim belleğimizdir. İlk çocukluk deneyimleri, sıcak aile sofraları, sevdiklerimizin yanında olduğu yılları duyumsamaktır. O bina, o ev, o eşyalar, o atmosfer eşlik etmiştir yaşamımıza. Duyumsamamız budur. İşte insan çelişkilerle doludur, ölümlüdür ama hep kök salmak ister. Ait değildir dünyaya ama aidiyet hissinden de vazgeçemez. İşte insan olmak bir bütün.

Ne var ki bazen de her zaman belleğin yitirilişi vardır. Bize önemli gelen bir mekânın yıkılışına tanıklık ettiniz mi? Aslında çok uzağa gitmeden kentsel dönüşüm esnasında yıkılan binalar beni hüzünlendirir ve eski ahşap cumbalı evler. Kimler geldi, kimler geçti. Hangi yaşamlar var oldu? Kimisi yok oldu? Bina yıkılırken, bellek de yıkılır. Çünkü orada yaşanan, buldozerlerle yıkılır. İnsan mekâna bağımlıdır. Mekân mı insanı tanımlar yoksa insan mı mekânı?

Hayat da böyledir bazen yerine yenilerinin inşâ edilebilmesi için bazı şeylerin yıkılması gerekir. 

Bu yüzden hepimiz aynı dünyada yaşıyor ama farklı dünyalardan bakıyoruz. Elbette mekân salt insan üzerinden okunamaz. Tarihsel süreçlerin, uygarlıkların izlerini okuyarak değişen ve dönüşen anlam üzerine çıkarım yapabiliriz. Hatırlamak ve unutmak işte insan bu ikisinin arasındadır. 

Maurice Halbwachs’ın kolektif bellek kavramında vurguladığı gibi toplum, hatırlama biçimlerimizi çerçeveler. Bu çerçeveler çoğu zaman mekânsal referanslarla güçlenir. Meydanlar, anıtlar, eski sokaklar, ibadethaneler ya da terk edilmiş fabrikalar yalnızca tarihsel olayların sahneleri değildir; aynı zamanda toplumsal hafızanın maddi taşıyıcılarıdır.

 Mekân ve bellek birbirinden bağımsız düşünülemez. Mekân, belleğin maddi zeminini oluştururken bellek mekânı anlamla doldurur. Bir toplumun kimliğini, değerlerini ve tarihini anlamak için sadece anlatılarına değil, mekânlarına da bakmak gerekir. Çünkü toplumlar hafızalarını mekâna kazır; mekân da zamanla bu hafızanın sessiz ama güçlü bir tanığı hâline gelir.

İster bir sokak köşesi, ister bir meydan, ister bir ev olsun. Her mekân, içinde yaşayanların belleğini taşır ve biçimlendirir. Böylece mekân, yalnızca yaşanan yer değil, hatırlanan yer hâline gelir.

Toplumlar, geçmişi hatırlamak veya unutmak için mekânı aktif bir araç olarak kullanır. 

Değişen ve dönüşen mekânı yorumlamak toplumsal değişimleri kavramamızda baş rol oynar.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İnsan Ne Zaman Olgunlaşır?

        T oplum nezdinde sıkça kullanılan bir kavram vardır: Olgunluk. 20'leri bitirip 30'a geçince insanlarca öyle tanımlanırsınız. "40 yaşına gelmiş hâlâ nasıl davranıyor?" dediğimiz nice insanlar vardır. Olgunluğu yaşa ve yaşanmışlıklara atfederiz. Oysa ki durum çok farklıdır. İnsan, 20'lerinde de olgunlaşabilir, 40'larında ergen düzeyde kalabilir. Hatta hayatı boyunca hiç olgunlaşamayabilir de. Nerede büyümeye başlar insan? Zihinsel olgunlaşma insana ne katar? Neleri götürür? Dünyayı yeni deneyimlemeye başladığımız dönemde yani çocukluk döneminde her şey çok saftır. İsteklerimizin gerçekleşeceğini düşünür, olayların perde arkalarını gözlemleyemeyiz. Gençlikte ise sadece "bugün" vardır. O anı güzel geçirmek, eğlenmek, haz almak... Çok kez de duygusal olarak değerlendiririz hayatı. Zorlukları görmeden ve deneyimlere kucak açmadan olgunlaşmak mümkün değildir. Nasıl olgunlaşacağınızın tarifini bulamazsınız kitaplarda. Deneyim ve deneyimleri yorumlama...

Şiir: Taşırım Dünyayı Sırtımda

  Taşırım dünyayı sırtımda,  Kamburum var benim.  Ölen çocukların hüznü,  Açlıktan ölenlerin acısını taşırım.     Taşırım dünyayı sırtımda,  Kuruyan göllerin acısını,  Yanan ağaçların yok oluşunu,  Canlıların acısını taşırım.  Hayvanat bahçesinde sergilenen,  Yurdundan kopartılan kutup ayısının acısını,  Üşümemek için araba tekerine saklanan kedinin,  Kedinin mücadelesini taşırım.  Hakkı teslim edilmemiş işçinin,  Evine dönerken ki sıkışmışlığını,  Göz yaşı dökmesi ayıplanmış babaların,   Yoksulluğun acısını taşırım.  Haksızlığa uğrayanların,  Canı yanmışların, pusu kurulmuşların,  İçimde yankılanır sesleri.   Çocukların, görülmeyen hüzünleri.  Taşırım zaaflarımı,  Saydıklarımı durdurmaya yetmeyen gücüme,  Değiştirmek isterken delicesine,  Kendimi aklarım korkusu sarar.  Olur ya bu da bir savunmadır,  İnsanın kendisine karşı,   Bundan kork...

Her Yaşın Acemisiyim

                  Dünya büyüktür benden, her yaşın acemisiyim. Küçücüktür dünya ben her yaşın acemisiyim. İnsanın elinde, sahip olduğu yegâne şey yaşamdır. İçine doğduğum aile tanımladı beni, içine doğduğum ülkenin insanıyım ben. Sıkışmışlık arasında. Kök salacakken hayata, kök salacak toprağımı aradım. Misafir olduğum bu diyarda, köklerimi salmalı mıydım? Her yaşımda bana dünya farklı görünürdü. Küçük bir kızken neşeyle bakardım. Renklerle bezenmiş bir yerdi. Okullu bir kızken arkadaşlık ilişkileri demekti. Ergenliğimde mutlu olmak demekti. Her yaşın acemisiyim, ben nereden bileceğim? Üniversiteliyken arayış çağımdı. Daha çok toy ve saf duygularını muhafaza edebilmiş bir kız. Ben dünyayı anlamamışım...Satırlarda ve düşüncelerde aradım kendimi. Nesnelerde, mekanlarda. Yeri geldi sığamadım kitaplara. Rüzgâr yüzüme çarparken, yağmurlar boşanırken bedenimin üstünden, koşardım ben dünyaya. Ömrümü heba edecek olma korkusundan kaçardım. Bazen yaşıt...