Yaşama dair yüzlerce kitap okudum, on yaşından beri yaptığım düzenli eylem ise okumak. İnsan yüzlerce hatta binlerce kitap okusa da en iyi öğretmen yaşamın kendisi. Bu yaşıma kadar neler öğrendiğimi sorguluyorum bu gece. Ne öğrendim? Her insan kitap gibi ancak bazı insanlar okunamıyorlar. Anlaşılmadan yitirilen ömürlere şahitlik edecek yaştayım. Adaletin merhametten üstün olduğunu öğrendim. Adalet nedir burada? Herkese, nesneye, insana olması gereken şekilde davranma yetisi. Merhametin, iyiliğin, nezaketin "zayıflık" olarak görüldüğü dünyamızda, merhameti, iyiliği herkese dağıtmak zulüm değil midir? Elmaslar kabukların ardında gizlenir. Değerini bilenlere emanet edilir. Bu yüce gönüllülük değil şüphesiz. Herkesin bildiği dil var ve o dili anlamak bir meziyet.
Tüm dünyanın hemfikir olduğu meselelerden birisi çıkarcı, kurnaz bir birey olmak ve rasyonel zihniyette olmak, beraberinde saygıyı getiriyor. Elbette burada çiğ bir kurnazlıktan söz etmiyorum, ustaca bir kurnazlık. Güç, artık toplumların yeni ilahı. Oysa hâlâ iyiliğin yüksek irade isteyen, erdemli bir duruş olduğunu düşünüyorum. İyi olma hâli nedir? Burada neyi kast ediyorum, iyilik toplum nezdinden "saflık" olarak nitelendirildiğinden değersiz, kolay, prestij katmayan olarak tanımlanır. Oysa gerçekler bundan çok farklıdır. Bir kere her şeyden önce zaaflarını tanımayı gerektirir. Ardından duygularını. Demek istiyorum ki omurgalı olabilmektir. Çıkarına, zaaflarına, duygularına rağmen hak olanı, adil olanı yapabilmektedir. Erdemli, iyi olmak bir mücadeledir. Sessiz, slogansız, gürültüsüz bir mücadele!
Her insan dünyaya kendi penceresinden bakar, burada sorumluluğun yok. Lakin sorumlu olduğun başka noktalar var. Kendinden! Kendi düşüncelerin, duyguların, eylemlerinden sorumlusun. Bir gün terk edeceğin bu dünyada ardında ne bırakacağın mühim. Kimisinin penceresinde erdemli, temiz, ideal biri, kimi içinse zayıf, ürkek, saygıyı hak etmeyen. Esas senin kim olduğun önemli, kimin seni nasıl gördüğü değil. Bir sürü benliğimiz var, bize gerçek olanı gerek. İnsanların onayına, beğenisine bağlı kalmak prangaları takmaktır kendine. Birileri tarafından beğenilmeyeceğini öğrendim. Yani her koşulda beğenilmeyeceğim. Kimileri için çirkin, kimileri için başarısız, kimileri için ucube bunu değiştirmek senin sorumluluğun değil.
Konusu açılmışken bununla beraber öğrendiğim en kıymetli şey ise, kabul etmek. Kabul etme yetisi. Bu yeteneği kazanmadan olgunlaşamazsın, yaş sadece bir rakam. Hep mutlu olman gerektiğine inandığın dünyada, ruhunu okşayan sıcak bir sevinç elinin ömür boyu olmayacağını kabul etmek, işte tüm mesele bu. Sevilmeyeceğini, kaybedebileceğini, düşebileceğini, yaralanabileceğini, hayal kırıklığını yaşayabileceğini, başarısız olabileceğini, potansiyelini gerçekleştiremeyeceğini, yalnızlığı, sevilmemeyi, reddedilmeyi, umursanmamayı, haksızlığa uğramayı, anlaşılamayacağını... Kabul etmek efendim, büyütür insanı. Her seninle aynı derinliğe sahip olmayacak, kimisi sığ olacak. Sen de, daha derin olanlar için sığsın. Bu çok zorlu biliyorum. Çok zor çünkü insan ister ki mutluluk onunla olsun.
Yasın, sadece ölümle ilintili olmadığını öğrendim. Yaşam değişimi beraberinde getirir, bir ömür aynı insan olarak kalmak bataklıkta yaşamaya benzer. İnsan kendisine veda edişinin de yasını tutar, gerçekleştiremediği potansiyelin, pişmanlıkların, kederlerin de yasını tutar. Kaçırdıklarının yasını tutarken bugünü de kaçırır. Aradan yıllar geçince neden kaçırdım diye hayıflanır. Sınırlı süre burada yaşama yazgısı bize hatırlatmalı birtakım meseleleri. Ancak unutmaya meyilliyiz.
Öğrendim, geçen zamanı geri getiremeyeceğimi ancak bugünden sorumlu olduğumu. Mezardakiler dile gelse bize ne söylerdi diye düşünürüm. Her hâlin bizler için olduğunu idrak etmek çok zorlu. Pişmanlık boş bir duygu. Ancak şu anı değiştirebilirsin. Ölümün olduğu bir dünyada garanticilik çelişkili bir durum. Zaten akışın mantığına da ters. Garantici anlayışı reddediyorum bu yüzden. Bu arada kabul ettiklerin kadar reddettiklerin de seni dönüştürür. Yaşam bize kucak açmasına fırsat vermemiz gerekir. Elbette bazen hayıflanmalarım kulaklarımı sağır edebilir. Bunun için yapabileceğim bir şey olmadığını da öğrendim.
Yaşamak dediğimiz şeyin, öğrenmenin bir parçası olduğunu da öğrendim. Öğrenmek, içinde acıyı barındırır. Acısı çekilmemiş durumdan payına öğrenme düşer mi? Öğrenmenin insanın davranışlarına, düşüncesine, gönlüne sinmeden öğrenilmiş sayılmaz. Bir bilgi, dilde defalarca tekrarlamak onu özümsemeye neden olmaz. Meşrebine uygun olandan fazlasını almaması gerektiğini de öğrendim. Tıpkı 5 lt'lik kaba 10 lt koyduğunda suyun taşması gibi. Öğrenmek, bilmek eylemi insanın kibrini arttırıyorsa, bilgi sana ait değildir. Yani fazladır taşar. Burada kast ettiğim zihinsel beceri değil aksine insanın zihinsel becerisi çok iyi de olabilir ama çiğ bireylerde bilgi kibre dönüşür. Kişiliğin olgunlaşması gerekir öğrenme yolculuğuna devam edebilmek için. Tarlalar bile nadasa bırakılır. İnsan da bazen kendisini nadasa bırakmalıdır. Bu sarsıcıdır hem de bilginin güç olduğu çağda. Kibrimi arttırıyor deyip bilmeye ara vermek, reddetmek. Ciddi bir yol katetmektir esasen.
Duvarlar ve maskeler içinde yaşamanın normal olarak görüldüğü dünyada nasıl yaşanacağını bilmek de mesele. Okunmayan yahut okunsa bile anlaşılmayan bir kitap olarak yaşamayı kabullenmenin ne denli ağır olduğunu öğrendim.
İnsanlar, insanlara karşı korunmak için inşâ ettiği kalelerin içinde kaybolmamak için bedel ödediğini de. Üstün körü yaşamanın da bir seçenek olduğu bu dünyada, anlamlı yaşamaya çabalarken toslayacaksın bazen insanlara, bazen kendine. Her şeyin çok güzel olacağı, çiçekli, böcekli dünyanın hayalinden uzaklaşmaktır büyümek. İstediğin gibi değil olduğu gibi bitecek her şey. Yapabildiğinin sadece bugünü dizayn edebilmek olduğunu öğrendim. O da elinden geldiği kadar.

Yorumlar
Yorum Gönder