Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Yaşamı Öğrenme

En son yayınlar

Mekân ve Bellek Üzerine

    Binalarla çevrelenmiş sokaklarda yaşıyoruz. Binaların rengi, kıvrımları her birinin ayrı bir üslubu var. Her biri ayrı bir üsluba sahip. Başka bir şehre gittiğimizde, hiç tanımadığımız bir yerde bazen bizi güvende hissettiren bir atmosfer oluyor. Aşinalık atmosferi... Güven duygusu biz insanlar için çok önemli. Belirsizlik her zaman için bir tehdit olmuştur tarih boyunca. Mekâna bakarken binalara, dükkânlara, duvarlara, merdivenlerin basamaklarına, duvardaki resme hep aynı şeyi fısıldar insana "ben bir taş parçası değilim!" Okuldan çıktığın zaman karşıdaki limonatacıda oturup, heyecanla bir haberi paylaştığın zaman artık mekân salt olarak mekân değildir. Demek istiyorum ki her şey zihnimizde atfettiğimiz anlama ait. Çocukluğumuzda mahallede ebelemece oynarken, gözümüze yüksek görünen koca binalar arasında koşturduğumuz mahallemiz, saklambaç oynarken yumduğumuz ağaç sadece bir ağaç değildir.  Anneanne ve babaannelerimizin ev dizaynı hep birbirine benzer. O sandıklı çe...

Yüzeyde Kalmaya Dair

  Günümüzde unutulan bir kavram var, özümseme. Heybemize tonlarca veri dolduruyoruz, tonlarca bilgi. Yaşadığımız çağ gereği, çoklukla övünüşümüz. Benliğimize, karakterimize sirayet etmeden papağan gibi ezber yapıyoruz. Çünkü burası modern dünya ve burada insanlar kendilerinden kaçarlar. Durup düşünmek ve yavaşlamak gibi kelimeler çoktan lügatimizden silindi. Reelsleri bile hızlandırıyoruz. Oysa eski çağlarda böyle değildi. İnsanlar gökyüzüne bakar ve ufuk açıcı sorular sorardı. Sessizliği dinlerdi, düşünürler bu çağda peyda oldu. Ya şimdi? Her şeye ulaşmak o kadar kolay ki ama artık bize sirayet edebilen bir bilgi yok.   İ nsanlar bilgiyi toplar, saklar, gösterir; ama onu yaşamak nedir, bilmezler. Bilgiyi sahiplenmek kolaydır; ona dönüşmek ise acı vericidir. Çünkü bilgi, insanın yüzünü kendi çıplaklığına döndürür. Kendi çıplaklığı... İşte mesele bu! İnsanların pek azına bahşedilen bu özellik.  Bilgiyi sindirmek… Bu, insanın kendine karşı dürüst olmayı göze aldığı and...

BEN BEN BEN!

        Geçenlerde düşünüyordum, bir insanın gerçekliğini ortaya ne çıkartabilir diye. Şöyle dönüp kendimize baktığımızda, çoklukların içine sıkıştığımızı görebilmek mümkün. Ne kadar çok "şey"e sahipsek o kadar varız. Sahip olduklarımız olmadan varolamadığımızdan onlarla beraber var oluyoruz. Bir insanın kişiliğini de yokluktan ziyade çokluk ortaya çıkarıyor. İçinde kalmışlıkları, zayıflıklarını, aşağılık duygusunu , acılarını, değersizliğini , güvensizliğini , kabul görmemişliğini, onay arayışını, sevgisizliğini sahip olduğu çokluklar içerisinde gösteriyor kendisini. Her kavram zıttıyla beraberdir bu bağlamda çokluk da biraz yokluktur.  Çokluk bu sebeple bir perdedir. Gerçekliği gizleyen bir perde. İnsanın kendisine bakmasını engelleyen kocaman bir engel.  Yeryüzünde büyüklenenler, karakteri en zayıf kişilerdir. Hepimizin içinde küçücük bir çocuk var. Büyüklenenlerin içindeki çocuk aşağılık, değersiz, sevgisiz ve öfkeli. Alacaklı bu dünyadan, yaşanmamış ...

Şiir: Taşırım Dünyayı Sırtımda

  Taşırım dünyayı sırtımda,  Kamburum var benim.  Ölen çocukların hüznü,  Açlıktan ölenlerin acısını taşırım.     Taşırım dünyayı sırtımda,  Kuruyan göllerin acısını,  Yanan ağaçların yok oluşunu,  Canlıların acısını taşırım.  Hayvanat bahçesinde sergilenen,  Yurdundan kopartılan kutup ayısının acısını,  Üşümemek için araba tekerine saklanan kedinin,  Kedinin mücadelesini taşırım.  Hakkı teslim edilmemiş işçinin,  Evine dönerken ki sıkışmışlığını,  Göz yaşı dökmesi ayıplanmış babaların,   Yoksulluğun acısını taşırım.  Haksızlığa uğrayanların,  Canı yanmışların, pusu kurulmuşların,  İçimde yankılanır sesleri.   Çocukların, görülmeyen hüzünleri.  Taşırım zaaflarımı,  Saydıklarımı durdurmaya yetmeyen gücüme,  Değiştirmek isterken delicesine,  Kendimi aklarım korkusu sarar.  Olur ya bu da bir savunmadır,  İnsanın kendisine karşı,   Bundan kork...

İnsanın Ülkesi Çocukluğudur

              İnsanın varoluşunun hikâyesi, anne karnında başlar. Annesi ve babasının hücreleriyle aktarılan, aile büyüklerinden aktarılan yaşam hikâyeleri, travmalar hayatında varlığından bile haberinin olmadığı insanların izlerini taşıyarak büyür. Dokuz ay, bir kadının karnında geçer. Kadının duyguları, deneyimlerini hissedersin. Bir kadının vücudunda yaşam bulur insan. Hayata bir kadın ile tutunur. Kadının yaşamı sevmesiyle o da yaşamı sever, kadın sevmezse o da dünyayı sevmede zorlanır. Dünyayı ilk kez bir kadının içinde deneyimler insan. Artık çıkma vakti gelmiştir. Dünyası değişir ve artık dokuz ay yaşadığı o güvenli ortam yoktur. Bilmediği sesler, bilmediği yüzler, kokular aman Allah'ım burası da neresi böyle? Dünyaya gözlerimi açtığımızda tanıştığımız ilk duygu korkudur. İşte tam bu esnada bir kadının kucağına veriliriz. Dünyayı anlamlandırdığımız an burasıdır. Evet, işte dünya güvenli bir yer inancını geliştirdiğimiz yer. O güzel kokuyu alırız...

İnsan Ne Zaman Olgunlaşır?

        T oplum nezdinde sıkça kullanılan bir kavram vardır: Olgunluk. 20'leri bitirip 30'a geçince insanlarca öyle tanımlanırsınız. "40 yaşına gelmiş hâlâ nasıl davranıyor?" dediğimiz nice insanlar vardır. Olgunluğu yaşa ve yaşanmışlıklara atfederiz. Oysa ki durum çok farklıdır. İnsan, 20'lerinde de olgunlaşabilir, 40'larında ergen düzeyde kalabilir. Hatta hayatı boyunca hiç olgunlaşamayabilir de. Nerede büyümeye başlar insan? Zihinsel olgunlaşma insana ne katar? Neleri götürür? Dünyayı yeni deneyimlemeye başladığımız dönemde yani çocukluk döneminde her şey çok saftır. İsteklerimizin gerçekleşeceğini düşünür, olayların perde arkalarını gözlemleyemeyiz. Gençlikte ise sadece "bugün" vardır. O anı güzel geçirmek, eğlenmek, haz almak... Çok kez de duygusal olarak değerlendiririz hayatı. Zorlukları görmeden ve deneyimlere kucak açmadan olgunlaşmak mümkün değildir. Nasıl olgunlaşacağınızın tarifini bulamazsınız kitaplarda. Deneyim ve deneyimleri yorumlama...